ARA
SORULARLA İSLAMİYET / SESLİ
Hayatında tek ciddi tarih kitabı okumamış kişilerin derinlemesine fikir ve kalem yürüttükleri Türk ve Bizanslı olmak konusunda benim tek satır yazmamam, sevgili okuyucularımın büyük tepkisini çekti. Birkaç temel yanlışı düzelterek kendimi affettirmeye çalışacağım.

Önce Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız diye biz Türklerle Avrupalıları birleştiren sözüne gösterilen tepki yersizdir. Bu, aleyhimize değil, Türkiye lehine söylenmiş bir sözdür. Muhatabı da Avrupalılar, hassaten Fransızlardır. Ancak derin tarihi bilmeyen Fransızlar bile başkanlarının söylemini yanlış değerlendirdiler. Chirac’ın diğer politikacılara benzemediğini çok yüksek bir kültürü temsil ettiğini vurgulamam gerekiyor. Bazen halkın seviyesinin üzerinde ifadelerde bulunuyor.

Diğer bir yanlış Türk kavramına yakıştırılan anlamlardır. Daha çok ırkçı bir görüşle tuhaf laflar edilmiştir. Irkçılık yanlış ve ilim dışı bir fikir akımıdır. Hitler’i akla getirdiği için üstelik nefret uyandırıyor. Millî bütünlükleri zedeleyen, üstelik insanlık dışı bir inanıştır. Saf ırk yoktur. Karışık ırklar bile nadirdir. Irklar karmakarışıktır, iç içe girmiştir. Türkiye’de ırka dayanan bir milliyetçilik ise bugün kültür milliyetçiliği içinde tamamen erimiştir. Tarihteki birtakım insanları, kökenlerine bakarak sıfatlandırmak sadece komedi konusudur. Kökenlerine bakarak Napolyon’a İtalyan, İkinci Katerina’ya veya bugünkü İngiltere Kraliçesine Alman, bugünkü İspanya ve İsveç Krallarına Fransız, Rauf Orbay veya Lemi Atlı’ya Çerkes, Mehmed Akif’e Arnavut, Sokollu’ya Sırp, Nilüfer Hatun’a Rum, Tarhan Sultan’a Ukran derseniz, sadece gülünç olursunuz. Sonuncular hepimizden fazla Türk’tür.

Ülkemizde birtakım mihraklar, sağcılıkla ilgili olmaksızın, Türk dili ve Osmanlı konularında böyle gülünç ve yanlış ırkçılıklar yaparlar. Yalan kitaplar ve yazılar yazıp tarih bilmeyen aydınları kandırırlar. Kendi daracık kafalarına göre, gerçeklere oturmayan bir Türkiye Cumhuriyeti inşa etmek isterler. Mesela padişahlarımızın anneleri için verilen listelerin büyük kısmı tamamen uydurmadır. Ama halk bu derecede uydurmacılığa akıl erdiremez, Türk’ü Türk yapan kişiler üzerinde sevgisi zayıflar. Hedef zaten budur. Osmanlı generalleri, subayları, devlet ve fikir adamları tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne zenbille gökten inmiş imajı verirler. (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 29.11.2004)


Milli kimlik korunmalıdır!..
Şeyh Edebali’nin (Kuddise sirruh) Osmanlı Sultanı Orhan Gaziye şu nasihati hâlâ geçerliliğini koruyan akçe gibidir: “Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.” Aynı konuyla ilgili başka bir âlim zat “Tarih bir milletin hafızasıdır. Tarihini bilmeyen milletler, hafızası olmayan insanlar gibidirler” demiştir.

Evet, tarihini, büyüklerini, milli ve manevi değerlerini unutan milletler ve devletler tarih sahnesinden silinmeye mahkumdur. Dün, bugünün ve bugün ise yarının tohumudur. Anadolu’da 31 medeniyet ve yüzlerce irili ufaklı devlet tarih sahnesinden silinmiştir. Osmanlı bitti dendiği bir zamanda dahi dünyanın iki süper gücü İngiltere ve Fransa’yı yenmiştir. Bu savaşın sonucunda Çarlık Rusyası yıkılmış, İngiltere ve Fransa sömürge imparatorluğunda bu savaş ile çöküşün ilk safhası başlamıştır. Türk milleti Çanakkale Savaşının ruhuna sahip çıkmalıdır. Çanakkale Savaşı Allahü teâlânın yardımı ve iman gücü ile kazanıldığı inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Bazı tarihi eserlere göre ilk Müslüman Türk Devleti Bulgar Türk Devleti idi. Daha sonra imanlarını kaybettiler. Son asırda ise Türkün en azılı düşmanı oldular. İmanımızı kaybedersek yalnız ferden değil millet olarak yok oluruz.

Yabancılaşma felaketi
Toplumumuzda gittikçe artan yabancılaşma eğilimi gelecek açısından korkutucudur. Her toplumun kendi penceresinden bakışı ve kendine göre algılaması farklıdır. Vatan sevgisi, medeniyet, milli ve manevi değerler fıtri değildir. Genç nesillere vatan, bayrak sevgisi, bize ait medeniyet şuuru, milli ve manevi değerler veremezsek, ülke devlet ve millet olarak ayakta duramayız. Milli kimliğini kaybedenler şu anda sadece tarih kitaplarında ve müzelerde kalmıştır. Milli ve manevi değerlerimizi ihmal edersek, Türkiye’nin de Türk milletinin de sonu olur. ABD, Ortadoğu’daki savaşını haklı göstermek için ilk okul 4. sınıftan üniversite son sınıfa kadar psikolojik eğitim verirken; bizde “Vatan- millet- Sakarya” sloganı ile milli duygular horlanmaktadır.

İngiliz Hariciye Bakanı Lord Gorzon’un şu sözü asla unutulmamalıdır: “Türkleri yenmek ve tarih sahnesinden silmek için onları dinlerinden uzaklaştırıp ve ellerindeki Kur’andan koparmalıyız.” Çanakkale’de komutanlık yapan Alman General Liman Von Sanders bizleri anlatırken, “Müslüman Türklerle omuz omuza savaşmak insana cesaret veriyor. Ölüme bunlar kadar şehid olmak arzusu ile gülümseyerek giden bir millet görmedim.”

Çınar ve çekirdek
Allahü teâlâ koskoca bir çınarı bir çekirdek genleri içine sığdırmıştır. Bir çınar ormanı olan Türk milletini yaktılar, yıktılar, milli ve manevi değerlerimizi dejenere etmeye çalıştılar. Ama asla umutsuz değiliz. Kesilen ve yakılan çınar yeşerecek, kök salacak ve filizler ulu çınar olacaktır. Geçmişte olduğu gibi bu çınarın dalları, Türk ve İslam Dünyasına ve dünyanın her köşesine uzanacaktır.

Nitekim asrın en büyük deprem ve tsunami felaketinin yaşandığı “Açe”de Kızılay ve 9 sivil toplum kuruluşunun sadece Allahü teâlânın rızası için yaptıkları yardım karşısında, Açeliler “Açe’nin Türkiye’nin bir vilayeti olması için ne yapmalıyız” demektedirler.
(Mustafa Necati Özfatura, Türkiye, 06.05.2005)


Osmanlı devletinde misyoner okulları
Bilimevi Basın Yayın’ın çıkardığı, Dr. Şamil Mutlu’ya ait “Osmanlı Devletinde Misyoner Okulları” adlı eseri inceledim. Esasen Osmanlı Devletinin neden yıkıldığını “ilmel yakîn” olarak biliyordum. Ancak bu eser ile adeta “aynel yakîn” hasıl oldu.

Kitabı incelerken hayretler içinde kaldım. Misyoner okullarının bu derece yaygın, köylere kadar bir ağ gibi Osmanlı topraklarını sardığını gerçekten bilmiyordum. Eser tamamen Osmanlıya ait resmi arşivlere dayanarak hazırlanmıştır. Ve binlerce belgenin özetidir. Meselenin en önemli yanı, bu misyoner okullarının yüzde 90’ı ruhsatsız olarak açılmıştır. Osmanlıyı yıkmakla görevli bu misyoner okulları 7 Safer 1284/16 Haziran 1867 tarihinde kabul edilen “Teba’a-i Ecnebiyyenin Emlâke Mutasarrıf olmaları Hakkında kanun” ile açılmaya başlamıştır. Bu kanun ile ilgili olarak Ömer Lütfi Barkan: “Ecnebi devletlerin, Türkiye’yi tam bir müstemleke haline sokmak için yaptıkları müdahale ve tazyiklere ve bu husustaki sinsi ve ısrarlı hulül politikasına karşı devletin nasıl ümitsizce mücadele ettiğini” eserinde ifade etmektedir. Yahya Akyüz’ün “Cevdet Paşa’nın Özel Öğretim ve Tanzimat Eğitimine İlişkin bir Layihası”nın 88. sayfasında: Cevdet Paşa’ya göre “Frenkler bir şeye azıcık tırnak iliştirirlerse uğraşa uğraşa bir rahle açmak konusunda oldukça beceriklidirler.” Cevdet Paşa’nın bu fikrinin isabetsiz olmadığı bu tarihten sonra ecnebi papazların birçok göreve fazla miktarda arazi satın alarak kilise ve okul vücuda getirmelerinden anlaşılmıştır.

Eserin yazarı Dr. Şamil Mutlu son kapak sayfasında şu özet ile görüşünü açıklamaktadır: “Osmanlı Devleti’nde Misyoner Okulları adlı bu çalışma, 19. asrın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti sınırları içinde başlayan modern misyoner hareketlerini ve Müslüman olmayan halkın uluslaşma sürecine girmelerinde rol oynayan yabancı okullar konusunu ele almaktadır. İngiliz, Fransız, Rus, İtalyan, Alman, Avusturya ve Amerikan devletleri tarafından himaye edilen yabancı okulların, faaliyette bulundukları bölgeler, öğretmen-öğrenci sayıları, açılış tarihleri, Osmanlı Devleti ile olan ilişkileri, denetimleri gibi detaylar ilk defa bu ölçüde arşiv malzemesi kullanılarak incelenmiştir.
Çalışmada, bugünlerde “kilise evler” şeklinde ortaya çıkan misyoner hareketlerinin, bundan yaklaşık 200 yıl önce küçük odalarda başladığı arşiv belgeleri yardımıyla gözler önüne serilmektedir. Müslüman öğrencilerin bu okullara devam etmelerinin kanunlarla yasak edilmesi, hatta II. Abdülhamid tarafından dine ve vatana ihanetle eşdeğer tutulması bile bu okullara gidilmesini engellememiştir. Sömürgeci devletlerin himaye ettikleri misyonerlerin kontrolündeki okulların varlıklarını zorla kabul ettirmek üzere Osmanlı sularına donanmalar sevk edebildikleri, basit bir borç olayının önemli bir vatan toprağının işgaline sebep olabileceği çalışmanın detaylarında bulunmaktadır. I. Dünya Savaşı sonrasında yukarıda bahsedilen devletler tarafından işgal edilmeye çalışılan Osmanlı toprakları ile misyoner faaliyetlerinin yoğunlaştığı bölgeler karşılaştırıldığında bunların aralarında tam bir paralellik görülmesi ise günümüzde üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir husustur.

Bugün ülkemizin gündeminde bulunan bazı problemlerin kaynağının bu misyonerler tarafından hazırlanan plan ve haritalarda gizli olduğu unutulmamalıdır.”
(Mustafa Necati Özfatura, Türkiye, 14.05.2005)