ARA
SORULARLA İSLAMİYET / SESLİ
Behlül Dânâ bir gün kimse yok iken Harun Reşid’in tahtına geçip oturmuştu. Çok geçmeden sarayın görevlileri geldi. Behlül’ü tahttan indirip dayak attılar. Behlül hem dayak yiyor, hem de gülüyordu.

Harun Reşid içeri girip, Behlül’e niye güldüğünü sordu. (Yediğim dayağa gülmüyorum. Bu tahtta birkaç dakika oturmakla bu kadar dayak yedim, sen yıllarca oturuyorsun, kim bilir ne kadar dayak yiyeceksin diye ona gülüyorum) dedi.


Konuş ya Cüneyd
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, hocası hayatta iken, edep olarak, tam 30 yıl dinden bahsetmemişti, yani ortaya çıkıp da vaaz ve nasihat etmemişti. Bir gün rüyasında Resulullah efendimizi görür, ona (Konuş ya Cüneyd) diye emir verir.

Sabah olunca, bunu hocama nasıl söyleyeceğim diye tereddütlü bir şekilde hocasının evinin yolunu tutar. Kapıyı çalar, hocasının huzuruna kabul edilir. Daha konuşmaya başlamadan hocası, (Konuş ya Cüneyd, aynı rüyayı ben de gördüm) buyurur.


Kendinden tiksinmeyenin hâli
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin talebelerinden birisi, gördüğü rüyalar üzerine, "Artık ben kemâle geldim. Sohbete lüzum kalmadı" vesvesesine kapılıp, bir kenara çekildi.

Bundan sonra gördüğü güzel rüyalar daha da arttı. Rüyasında kâh uçuyor, kâh insanlara vaaz ediyor, kâh bağlık bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini görüyordu. Kendisini bulup, sohbetlere niye katılmadığını soran arkadaşlarına bu hâlini anlattı, artık ilmi tamamladığına inandığını, bundan sonra da irşatla uğraşacağına dair karar verdiğini söyledi.

Arkadaşları dönüp, hocaları Cüneyd-i Bağdâdi hazretlerine durumu arz ettiklerinde, (Madem öyle, gidin ona söyleyin, onu bu gece Cennete götürürlerse, Cennete vardığında üç defa Lâ havle… okusun) buyurdu.

Talebeler gidip, o arkadaşa bunu söylediler. O da, hay hay, öyle olursa okurum dedi.

Hakikaten o kimseyi rüyasında Cennete götürdüler. O kimse Cennete vardığında üç defa Lâ havle okudu. Gördüklerini ve kendisinde hasıl olan şeytani hâllerin hepsini unuttu. Bir anda kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü. Uyandığında içine düştüğü hatayı anladı. Çok pişman olup tevbe etti ve gelip hocasının elini öptü. Sohbetlere devam edip, talebeler arasındaki yerini aldı.

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri ilk sohbetinde onlara buyurdu ki:
"Rüyalara güvenilmez. Rüyadaki padişahlığın ne kıymeti var? Uyanıkken ele geçene bakmak lazım. Herkese bir rehber, mürşid-i kâmil lazımdır. Aksi halde şeytan gelip kendisine musallat olur ve insan maazallah ona tâbi olur. Sadık olan, ihlaslı olan her aradığını mürşidinde arar ve bulur. Bu din edep dinidir, ahde vefa dinidir. Hocam hayatta iken tam 30 sene din hakkında konuşmadım. Sonunda emirle konuştum, yani konuşmamı emrettiler, ancak ondan sonra hocamdan öğrendiklerimi nakletmeye başladım. Yine kendiliğimden bir şey söylemedim. Hocamdan naklettiklerimi, kendi bilgim gibiymiş gibi anlatsaydım, hırsızlık etmiş olurdum. Büyükler evden bir şey getirmezler, hırsızlık etmezler, kendilerine mal etmezler. Kimse kendini bir şey zannetmesin, bu yolda olmak yoktur, yok olmak vardır. Aynaya bakıp da kendinden tiksinmeyen, kendi yüzüne tükürmeyen, bu büyüklerin kemalatından mahrumdur yani istifade edememiştir."


Yirmi saniyede mi yapacaksın?
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine bir gün şeytan der ki:
- Ya Cüneyd, senin kadar yüksek dereceye ulaşan başka bir büyük zat tanımıyorum. Yirmi senedir sana hiçbir isteğimi yaptırmaya muvaffak olamadım, bunu nasıl başardın?

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri dedi ki:
- Defol melun! Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun! Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl karşımdan!


Esas hasta benmişim
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin gözlerinde aşırı ağrı meydana geldi. Herkese iyilik eden, cömertliği ile meşhur bir doktor çağırdılar, bu doktor, hıristiyan idi. Muayene ettikten sonra, (Gözlerinize sakın su değdirmeyin, yoksa kör olursunuz) dedi. (Su değdirmesem nasıl abdest alabilirim) deyince, (Gözleriniz size lazım ise su değdirmeyeceksiniz) dedi.

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri abdest alıp namaz kıldı ve namazdan sonra bir miktar uyudu. Rüyasında (Gözlerini Allah için, Allah’ın emri namaz için feda edenin gözlerine şifa verilir) dendi. Uyandığında gözlerinde hiç ağrı kalmamıştı.

Ertesi gün kontrol için hıristiyan doktor tekrar geldi. Baktı ki gözleri tamamen iyi olmuş. Hayret edip, (Bir günde tamamen iyileşmeleri tıbben mümkün değil, bu nasıl iyi oldu?) dedi.

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri rüyasını anlatınca, doktor hemen elini öpüp iman edip, (Esas hasta siz değil, benmişim. Sizin gözleriniz ağrıyordu, benimkiler ise körmüş. Hakikatleri göremeyen ben imişim) dedi.

Hikmet-i ilahiye bakın, cömert ve iyilik sever bir hıristiyanın hidayete kavuşması için Allahü teâlâ Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin gözüne ağrı veriyor, böylece doktorun hidayetine sebep kılıyor.


Nefsine pay vermeyenin mükafatı

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri ordu ile bir sefere katılmıştı. Ordu kumandanı ona bazı kıymetli hediyeler gönderip, lütfedip kabul etmesini istirham ettiğini söylemelerini bildirdi. O da istemeyerek alıp, hepsini sefere katılan gazilere dağıttı. Ertesi gün, (Niçin onları kabul ettim) diye kendi kendini kınamaya başladı. Bu sıkıntı ile bir gün kaylule için uyuduğunda, rüyasında, Cennette çok süslü köşkler gördü. "Bunlar kimin?" diye sordu. Dendi ki:
"Gazilere mal ile yardım edenlerin."
Onlara dedi ki:
"Bana da bir şey var mı?"
En güzel ve büyük olan köşkü gösterip; "İşte bu senindir" dediler. O; "Onlardan üstün tutulmamın ve en iyisinin bana verilmesinin sebebi nedir?" diye sorunca dediler ki:
"Onlar mallarını sevap bekleyerek verdiler. Bu sebeple verilen saraylar, ona göredir. Sen ise, o malı kabul etmekle yanlış bir iş yapmaktan korkarak, nefsini hesaba çekerek dağıttın. İbadetlerinde, iyilik ve hayır hasenatında nefsini devre dışı bırakıp ona pay vermeyenin, onu azarlayıp hesaba çekenin mükafatı da elbette farklı olur."


Büyükleri seven mahrum kalmaz
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin başka bir şehirde yaşayan sevenlerinden birisi anlatır:
Bir gün pazarda gezerken bir güzel kadın görüp tekrar tekrar baktım. Sonra pişman olup tevbe istiğfar ettim. Akşam eve geldiğimde hatun dedi ki:
- Efendi bugün yüzünüzü kararmış görüyorum, acaba nedendir?

Aynayı alıp baktım ki, hakikaten yüzüm kararmıştı. Neden olduğunu düşünürken aklıma o kadına baktığım geldi. Bir mağaraya çekilip günlerce göz yaşı döktüm, günahımın affı için Allahü teâlâya yalvardım. Yine de huzurlu olamadım. Sonra hatırıma, Cüneyd-i Bağdadi hazretlerini ziyaret etmek geldi. Bağdat'a şeyhin yanına gittim. Şeyhin evine varıp kapıyı çaldığımda, bana, (Gir ya Abdullah, sen pazarda günah işle, biz Bağdat'ta istiğfar edelim öyle mi) dedi.

İçeri girip, mübarek elini öpüp oturdum. Şaşırmış ve çok utanmıştım. Devamla buyurdu ki:
- Pişmanlık, tevbe büyük nimettir. Kalbin imdadı olmadan uzuvların dinin emrine uyması çok güçtür. Büyüklerin sevgisi olmayınca kalbin imdadı olmaz. Bunları yapmak ancak Allah adamlarının işidir. Büyükleri seven mahrum kalmaz.


Koyun çoban için değildir
Yalnız yaşayan bir derviş, sahranın bir köşesinde oturuyordu. Yanından adamlarıyla bir hükümdar geçti. Derviş, başını kaldırıp hükümdara iltifat etmedi. Hükümdar öfkelendi. Vezir dervişe dedi ki:
- Niçin saygı göstermedin?
Derviş cevap verdi:
- Hükümdara söyle, kim kendisinden nimet umuyorsa saygıyı ondan beklesin. Şunu da bilsin ki, hükümdarlar halkın koruması içindir. Koyun, çoban için değildir. Fakat çoban, koyun içindir.

Hükümdar, dervişin sözünü beğendi:
- Benden bir şey iste, dedi. Derviş cevap verdi:
- Bir daha beni rahatsız etmemenizi istiyorum.

Hükümdar:
- O halde bana öğüt ver, deyince derviş şunu söyledi:
- Şimdi elinde nimet varken düşün! Zirvedesin, Allah için ne yapacaksan şimdi yap. Bu devlet de, saltanat da elden ele geçip gidecektir. Kalıcı olan ahiret için yapılandır. Yapılan ibadet bile olsa Allah rızası için yapılmamışsa dünyalık olur, dünyada kalır.


Ayakkabıcının korkusu
Âbidin biri ibadet etmek üzere dağa çıkar. Bir gece rüyasında "Falan ayakkabıcıya git! Senin için dua etsin" denir. Âbid dağdan iner, adamı bulur, ne iş yaptığını sorar. Adam, gündüzleri oruç tutup, ayakkabı işlerinde çalıştığını, kazandığı para ile ailesini geçindirdikten sonra fazlasını tasadduk ettiğini söyler.

Âbid, adamın güzel bir iş yaptığını ancak kendisinin dağda sırf ibadetle meşgul olmasını daha iyi bulur ve tekrar ibadetine döner.

Yine gece rüyasında, (Ayakkabıcıya git ve ona, "Bu yüzündeki sararmanın sebebi nedir?" diye sor) denir. Âbid gider ayakkabıcıya bunu sorar. Ayakkabıcı, "Kimi görürsem, bu kurtulacak da, ben helak olacağım der ve kendimden korkarım. Yüzümün sararması bundandır" der.

İşte o zaman âbid, ayakkabıcının bu korku ve tevazu ile üstünlük kazandığını anlar.


Batmayan gemi
Ebu Müslim-i Saftar, evliyanın büyüklerindendi. Bir gün gemi ile yola çıktı. Yanında çok kimseler de vardı. Aniden ters yönden bir rüzgar çıktı. Dalgalar yükseldi. Gemi batacak gibi oldu. Gemide olan yükü denize attılar. Yardım istediler.

Ebu Müslim diyor ki:
Bizimle beraber gemide kim olduğu bilinmeyen bir köylü vardı. Yanında bir mushafı vardı. Oradan kalktı ve mushafı elinin üzerine koydu ve şöyle yalvararak dua etti: (Ya Rabbi! Eğer bir kimsenin elinde dünya sultanından bir mektup bulunursa, hiç kimse ona saldıramaz, zarar veremez, belalardan emin olur.) Mushafı kaldırdı ve (Ya Rabbi! Bu senin kitabındır, bunu bize verdin. Ellerinde senin kitabın bulunan kullarını suda boğmak keremine yakışmaz. Bizi tehlikeden kurtar.)

Derhal dalgalar döndü ve deniz süt liman oldu ve sağ salim gittik.


Baykuşun kıssası
Hayat-ül hayvan
kitabında bildiriliyor ki:
Süleyman aleyhisselam bütün hayvanlarla konuşurdu. Bu onun mucizelerinden biriydi. Gökte tahtı ile gezerdi. Bir gün baykuş Süleyman aleyhisselama selam verdi. Süleyman aleyhisselam selamını alıp ona sordu ki:

- Niçin buğday yemezsin?
- Âdem aleyhisselam onun yüzünden Cennetten çıktığı için.

- Niçin su içmezsin?
- Nuh aleyhisselamın kavmi suda boğulduğu için.

- Niçin hep harabelerde bulunursun?
- Harabeler Allahü teâlânın mirasıdır.

- Niçin evlerde ötersin?
- İnsanları ikaz için. Önlerinde şiddetli tehlikeler varken nasıl gafletle uyurlar. Böylesine yazıklar olsun!

- Gündüzleri niçin çıkmazsın?
- İnsanlar bana zarar verebilirler.

- Öterken ne dersin?
- Tesbih okur bir de "Ey gafiller, çıkacağınız uzun sefer için azık hazırlayın!" derim.

Süleyman aleyhisselam baykuştan daha nasihatçı kuş olmadığını söyledi. (Berika)


Doğru bile olsa
Dinimizde Kur'an-ı kerimden sonra en kıymetli kitap Sahih-i Buhari‘dir. İmam-ı Buhari hazretleri, çok titiz davranır, bir hadis sahih bile olsa, en ufak bir şüphe olsa, onu kitabına almazdı. Kendisine birçok sahabi ile görüştüğü bilinen bir zattan söz edildi. Her zaman yaptığı gibi uzun bir yol kat ederek bahsedilen zatı buldu. Adamın, boşanmış olan devesini boş torba ile aldatarak yakalamaya çalıştığına şahit oldu. Bu halde hiçbir şey sormadan geri döndü. Niçin hadis almadığını soranlara, (Doğru söylese bile, devesini aldatmaya çalışan adamın naklettiği hadisi kitabıma almam) dedi.


Dört kuş dört arzu
Bir gün İbrahim aleyhisselam, kokmuş, parçalanmış bir ceset görüp, Allahü teâlâya der ki:
- Ya Rabbi, parçalanmış bu cesedi elbette diriltirsin. Bunun nasıl diriltildiğini bana göster ki, gözümle görüp kalbim mutmain olsun!

Cenab-ı Hak buyurdu ki:
- Dört ayrı cins kuş bul ve hepsini kes! Her kuşu yedi parçaya böl, her birinden birer parça alarak yedi dağın üzerine koy! Dört kuşun başlarını elinde tut! Sonra, (Allah’ın izni ile gelin!) de!

İbrahim aleyhisselam emredileni aynen yaptı. Havada dört tane başsız kuş cesedi meydana geldi. Sonra her biri gelip kendi başıyla birleşti.

Bu kuşlar, tavus, horoz, güvercin ve karga idi.

Tavus
, ziyneti, süsü temsil eder.
Nefs tavusunun başını koparan kimse, gözlerini dünya süslerine kapatabilir.

Horoz
, şehvete düşkünlük timsalidir.
Nefs horozunun başını kesebilen kimse, şehvetlerin zararlarından kurtulur.

Güvercin
, heveslerin sembolüdür.
Nefs güvercininin başını kesebilen kimse, heva ve heveslerine uymaktan kurtulur.

Karga
, ihtiras işaretidir. Nefs kargasının başını kesebilen ihtiraslarına gem vurur.
Nefsinin bu dört huyunu terbiye eden kimse, sonsuz kurtuluşa kavuşur.


Hangi günahımızdan dolayı
Somuncu baba, bir talebesine, bir teneke buğday verip, bunun yarısını kendin için, yarısını da benim için bir tarlanın yarısına ek der. Talebe eker. Ekinlerin yetiştiği mevsimde, tarlaya giderler, talebenin olan kısımdaki ekinler gayet iyi yetişmiş, Somuncu babanınki ise gelişmemişti. Talebeye gelişen mahsulün kimin olduğunu sorar. Talebe de utancından (Sizin) der. Somuncu baba, (Biz ahiretimiz için çalışıyorduk. Acaba hangi günahımızdan dolayı dünyamız mamur olmaya başladı da bu ekinler böyle yetişti?) der.

Talebe, gerçeği söyleyerek hocasının üzüntüsünü giderir.


Kibrin zararı
Günaha bir tevbe yeter, taata bin tevbe yetmez. Günah işleyen, tevbe ederse Allah affeder. Fakat ibadet eden, ucba kibre kapılabilir. Buna bin tevbe bile yetmez. Beni İsrailden bir fasık vardı. Bir âbid de ibadetiyle şöhret bulmuştu. Fasık, bu âbidin yanından geçerken, "Gideyim, şu âbidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder" diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için, böbürlenip, "Bu fasık, benimle oturamaz" diyerek ondan yüzünü çevirdi. Yüz bulamayan fasık da çekip gitti. Fakat Âbidin üzerindeki bulut, fasıkla beraber gitti. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine (İnsanlara niyetlerine göre muamele ederim. Fasıkın günahlarını, onun bu iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin ibadetlerini de kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti.


Namaza gelenin farkı
Harun Reşid, bir Ramazan günü Behlül'e, akşam namazında camiye gitmesini ve namaza gelen herkesi iftara davet etmesini söyledi.

Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:
- Akşam camiye bu kadar insan mı geldi?

Behlül cevap verdi:
- Siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu ve daha başka şeyler sordum. Onları da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen bu kadarmış.


Neyine güvenerek kibirleniyorsun?
Bayezid-i Bistami hazretleri bir gün yeni temiz beyaz elbiselerini giyip dar bir sokaktan mescide giderken yolun ortasında yatan uyuz bir köpeğe rast gelir. Sokak o kadar dar ki iki kişi yan yana zor geçer. Bu mübarek zat dört mezhebin de şartlarına riayet ettiği için ve Şafii mezhebinde de köpek necis olduğu için hani bir de silkinip üzerindeki yaşlık üzerine bulaşmasın diye düşünüp eteklerini toplayarak köpeğe değmeden yanından geçmeye çalışırken köpek lisan-ı fasih ile;
"Ey Bayezid, sen kim oluyorsun. Beni uyuz bir köpek olarak yaratan da seni Bayezid-i Bistami olarak yaratan da bir Allah’tır. Beni uyuz bir köpek olarak yaratan Rabbim, beni Bayezid seni de uyuz bir köpek olarak yaratabilirdi. Neyine güvenerek kibirleniyorsun?"
Bayezid hazretleri ise buna çok pişman olur.


Sen hani zengindin
İbrahim Edhem hazretlerine adamın biri bir miktar para hediye vermek ister.
- Ben zenginin verdiğini alırım. Fakirsen verdiğini almam.
- Zenginim efendim.

- Kaç altının var?
- İki bin altınım var.

- Bu paranın dört bin olmasını ister misin?
- İsterim.

- Altı bin olmasını ister misin?
- Elbette isterim.

- Yani ne kadar çok olursa daha fazlasını istersin öyle mi?
- Elbette efendim.

- Sen hani zengindin? Bayağı fakir biriymişsin. Zengin olsan daha fazlasına ihtiyacın olmazdı. Git bunları da o paralarının üzerine koy da biraz artsın.


Sen namazı da kaza et
Zahid olarak bilinen fakat riyakâr olan biri, padişahın misafiri olmuştu. Sofraya oturduklarında, her zaman yediğinden daha az yedi. Namaza kalktıklarında her zamankinden daha yavaş kıldı. Padişahın, kendisini takdir etmesini istiyordu.

Evine dönünce sofra kurdurdu, yemek istedi. Anlayışlı bir oğlu vardı. Babasına, (Sultanın ziyafetinde bir şey yemedin mi baba?) diye sordu. (Onların önünde ayıplamasınlar diye işe yarayacak kadar bir şey yemedim) dedi. Çocuk cevap verdi, (Öyleyse baba sen namazı da kaza et! Çünkü onu da işe yarayacak gibi kılmamışsındır!..)


Sende kibir var
Abdulvahhab-ı Şarani hazretlerinin hocası Şeyh Zekeriya Ensari hazretleridir. Bu zatın da çok büyük bir hocası vardı. Bir gün hocası ile beraber otururken Hızır aleyhisselam gelmiş. Sohbetin sonunda Hızır aleyhisselam bu zatın hocasına, "Senin bu talebenin çok büyük bir suçu var. Bunun bundan daha fazla ilerlemesi mümkün değil. Bundan tevbe etmedikçe kurtulamaz" deyip kaybolmuş. Şeyh Zekeriya Ensari hazretleri "Aman efendim ne olur Hızır aleyhisselamı çağırsanız da bu suçun ne olduğunu öğreneyim" diye yalvarır. Fakat hocası "Hızır aleyhisselam çağırmakla gelmez. Kendisi ne zaman isterse o zaman gelir" buyurur. Bu zat günlerce tevbe eder nerede kusuru olduğunu düşünür ama bulamaz. Bir gün yine hocası ile beraberken Hızır aleyhisselam gelir. Hemen tabii ki bu mevzuyu sorarlar. Hızır aleyhisselam buyurur ki:
"Sende kibir var. Yazdığın yazıların altına (Şeyh Zekeriya Ensari) diye yazıyorsun. Şeyhlik kim sen kimsin" der. Bunun üzerine hemen tevbe edip, bundan sonra yazılarının altına (İnsanların en aşağısı Zekeriya) vb tarzında sıfatlarla beraber ismini yazmaya başlar. Ki kendisi gerçekten Şeyh idi.

Şeyh Zekeriya Ensari zamanında, yaşadığı yerin Sultanı bir karar alır fakat bu kararın dine aykırı yerleri ve halka zarar veren yanları da vardır. Bunu duyunca hemen atına biner ve doğru sultanın olduğu kaleye hareket eder. Sultanın adamları bunu duyunca sultana "Efendim Şeyh hazretleri geliyor" derler. Sultan, "Eyvah kaleyi kapatın kapıları zincirleyin" der. Kapıları kapatıp zincirleri takarlar. Mübarek kapıya gelince elindeki not defterini zincirlere tutar. Zincirler kırılır kapılar açılır ve doğru sultanın yanına gider. Sultan, "Efendim ne kusur işledik? Suçumuz nedir?" diye sorar. Sultana, yaz, “Filan emrim yanlıştır doğrusu budur" der ve gerekeni yazdırır sonra çıkar gider ve giderken de "Hadi kapat kapılarını artık" der.


Annen uykuda günah işlemiyor
Adam çocuğu ile ibadet etmeye kalkar, çocuk der ki:
- Baba, bak biz ne güzel ibadet ediyoruz, annem horul horul uyuyor.

Baba üzülür, der ki:
- Oğlum keşke sen de annen gibi uyusaydın da, böyle söyleyerek, onu gıybet edip günaha girmeseydin. Hiç olmazsa annen uykuda günah işlemiyor.


Böyle dua edilir mi?
Merhum Nasreddin Hocanın, (Allah’ım bu sıkıntıyı benden alma) diye dua ettiğini duyanlar, Hocaya sorarlar:
- Niçin böyle dua ediyorsun, sıkıntının kalması için hiç dua edilir mi?

Hoca cevap verir:
- Allahü teâlâ her sıkıntıdan sonra ferahlık, her ferahlıktan sonra sıkıntı vaad ediyor. Ben bu sıkıntıya alıştım, yeni gelecek sıkıntının ne olacağını bilmiyorum, ya sabredemeyeceğim bir sıkıntı olursa. Onun için bu sıkıntının kalması için dua ediyorum.