ARA
SORULARLA İSLAMİYET / SUAL-CEVAB

İdari ve Siyasi taktikler

Yalan ve hile dinimizde büyük günahtır. Fakat harpte caizdir. Din düşmanlarının zararından korunmak veya Müslümanları korumak için yalan söylemek caizdir. Zalimden, bir Müslümanın bulunduğu yeri, malını, günahını saklamak caizdir. İki Müslümanın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, malını korumak için, Müslümanın sırrını meydana çıkarmamak ve benzeri haramları önlemek için yalan caiz olur. Ölmemek için leş yemeye benzer. Birkaç hadis-i şerif:
(Yalan üç yerde caizdir: Harpte, çünkü harp, hiledir. İki Müslümanı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek ve hanımını idare için.) [İbni Lal]

(İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş için söylenen söz, yalan sayılmaz.)
[Müslim]

(Kötü şeyler işleyen, bunları gizlemeye çalışsın!) [Hakim]

Olmuş ve olması mümkün ibretli olaylardan birkaçı şöyle:

Tefrika sokmak
Hendek gazasında müşrikler Yahudiler, münafıklar birlik olup, her taraftan Müslümanlara saldırdıkları ve Müslümanların çok sıkıntılı bir anında Nuaym b. Mesud, Peygamber efendimize gelip “Emrinize hazırım”, Müslüman olduğumu kimse bilmiyor” dedi. Resul-i ekrem efendimiz; (Düşmanların arasına tefrika sokabilir misin?) buyurdu. O da; “Evet ama, yalana dinimiz izin verir mi?” dedi. (Harb hiledir. İstediğini söyle) buyurdu. Hazret-i Nuaym, Yahudilere gidip; “Sizi sevdiğimi bilirsiniz. Müslümanlar, başımıza bela oldu. Kureyşliler ve Gatafanlar, Müslümanlarla çarpışıyor. Savaş uzayacağa benzer. Kureyşliler ve Gatafanlar, bu harpte galip gelirse ganimetleri alıp gidecekler. Mağlup olurlarsa, sizi bırakıp çekip gidecekler. Siz ise Müslümanlarla başa çıkamazsınız. Müslümanlar zafere kavuşmak üzeredir, sizi kılıçtan geçirecekler. Onun için acele tedbir almamız lazımdır” dedi. Bunları büyük bir heyecan ve korku ile dinleyen Yahudiler, “Sen dostluğunu gösterdin. Nasıl bir tedbir almak lazım?” dediler. Hazret-i Nuaym, “Kureyş ve Gatafan eşrafından bazılarını rehin almadıkça, Müslümanlarla savaşmayın! Rehineler yanınızda iken, harpten kaçıp gidemezler!” dedi. Bunu uygun gören Yahudiler, ona izzet ve ikramda bulundular.

Hazret-i Nuaym, Kureyşe vardı. “Benim Muhammede olan düşmanlığımı ve sizlere olan sevgimi bilirsiniz. Öğrendiğimi, dostluk icabı, size ulaştırmayı vazife bildim. Yahudiler, Muhammede haber gönderip: “Kureyşten ve Gatafanların ileri gelenlerinden öldürmek üzere rehine alıp sana teslim edelim. Sonra seninle birlik olup müşriklerin kökünü kazıyalım! Yalnız Nadir oğullarını affedip yurtlarını bağışlamalısın!” demişler. Muhammed de, Yahudilerin bu isteklerini kabul etmiş! Eğer Yahudiler, sizden rehine isterse, vermeyin” dedi. Kureyşliler, ona çok iltifat gösterdi. Hazret-i Nuaym, Gatafanlara gitti. Kureyşlilere söylediklerini onlara da söyledi.

Kureyş kumandanı, Yahudilere “Artık burada durmak çok güçleşti. Hava soğuk, hayvanlarımız da açlıktan kırılacak. Yarın hep birlikte şiddetli bir hücuma geçelim” diye haber gönderdi. Yahudiler de; “Biz, Cumartesi günü harp etmeyiz, sonra savaşa katılabilmemiz için, ileri gelenlerinizden birkaç zatı bize rehin vermeniz lazım” dediler. Kureyş kumandanı, “Nuaymın haberi doğru imiş!” dedi ve Yahudilere “Bir kişi bile rehin vermeyiz. Eğer, yarın gelip bizimle beraber savaşmazsanız, biz çeker gideriz. Siz de yalnız kalırsınız!"”dediler. Yahudiler, haberin doğru çıktığını düşünüp; "Biz de sizinle birlik olamayız" dediler. Böylece her iki tarafı korku sardı. Küfrün ittifakı bozulmuş oldu.

İşkence halinde
Müşrikler, Hazret-i Ammara, babasına ve annesine [Sümeyye Hatuna] işkence edip, sıcak kum içine gömerler ve üzerinde et pişecek kadar sıcak taşları gövdesine dizerlerdi. Sonra “Lat ve Uzza putu, Muhammedin dininden iyi de” derlerdi. Demeyince de işkenceyi artırırlardı. Bir keresinde Resul-i Ekrem, (Sabredin ey Yaser ehli! Size vaad edilen yer Cennettir) buyurdu. Yaserlerin müşriklerinden gördüğü işkence, dillere destan olmuştur. İşkenceye uğramadığı günleri yoktu. Bir gün Hazret-i Sümeyyeyi iki devenin arkasına bağlamışlar işkence ediyorlardı. Nihayet Ebu Cehlin kamçılarına dayanamayıp şehit oldu. Hazret-i Yaseri de şiddetli işkence ile öldürdüler. İslam’da ilk şehit olan bunlardır. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine dediklerini diliyle söyledi. Resul-i Ekreme, Ammar kâfir oldu dediler. (Hayır o kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar iman ile doludur) buyurdu. Hazret-i Ammarı serbest bıraktılar. Resulullah, mübarek eliyle gözünün yaşını silip teselli buyurdu. Bu hadise üzerine, Nahl suresinin (Allah’a küfredenlere şiddetli azap vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu halde [küfre] zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesna) mealindeki 106. Âyeti nazil oldu. Resulullah da Hazret-i Ammara (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle) buyurdu.

Savaş hiledir
İri yarı bir düşman, aniden Hazret-i Ali’nin karşısına kılıçla çıkıp, (Şimdi seni elimden kim kurtaracak?) der.

Hazret-i Ali de, parmağı ile adamın arkasını gösterip, (Peki dövüşelim, fakat iki kişiyle mi?) der. Düşman, arkadaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip, düşmanını zararsız hale getirir. Düşmanı, (Bana hile yaptın?) der. Hazret-i Ali de, (Savaş hiledir) hadis-i şerifini bildirir. [Düşmanın yaptığı da hile idi, Hazret-i Ali’yi gafil avlayıp öldürmek istemişti.]

Allah düşmanı
Peygamber efendimiz bir gün Eshabı ile birlikte otururken, (Şimdi içeriye bir Allah düşmanı gelecek) buyurdu. Biraz sonra kapı çalındı. Peygamber efendimiz kapıyı açtı. Gelen çok tanınan, hurma bahçeleri olan zengin bir zattı. Peygamber efendimiz bu zatla çok yakından ilgilendi. Daha sonra da kapıya kadar uğurladı. Hazret-i Ömer merakla sordu:
- Hani Allah düşmanı niye gelmedi?
Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Biraz önce konuştuğum kişi o idi. Bana bir düşmanlık yapamazdı. Ama yanında bir çok Müslüman çalışmaktadır. Müslümanlara zulmetmesin diye ona iyi muamele ettim.

Cemel olayı
Yahudiler, Hazret-i Ali ile Hazret-i Âişe’yi savaştırmak için plan düşünürler. Bir gün, Hazret-i Ali’nin adamlarının yanına gidip, (Bu gece, Âişe’nin askerleri, imsak vakti size saldıracaklar) der.

Hazret-i Âişe’nin adamlarına da aynı şekilde haber ulaştırılır. (Bu gece Hazret-i Ali’nin askerleri imsak vakti size saldıracak. İnanmazsanız, gözetleyin) derler.
İmsak vakti, haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için iki taraf da, karşı tarafın hazır vaziyette ayakta olduğunu görünce, haberin doğruluğuna inanıp savaşa girerler. Netice malum birçok Müslümanın kanı dökülür.

Hakem olayı
Hazret-i Muaviye ile Hazret-i Ali taraftarları arasında, İbni Sebe ve adamlarının kışkırtmaları neticesinde büyük bir savaş çıktı. Her iki taraftan binlerce Müslüman kanı döküldü. Hazret-i Muaviye, Maide suresinin (Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir, bir insanı ölümden kurtarmak da bütün insanları ölümden kurtarmak gibidir) mealindeki 32. Âyet-i kerimesine uyarak, bu kardeş savaşını durdurmak için, kurmayları ile istişare etti. Neticede, ortaya savaşı durdurmak için önemli bir taktik ortaya çıktı. Mızrakların uçlarına Mushaf yaprakları takılarak havaya kaldırılmasına karar verildi. Hazret-i Ali’nin askerleri, bu hareketten etkilenince savaş durdu.

Karşılıklı elçi göndererek bir araya geldiler. Hazret-i Ali tarafından Ebu Müsel Eşari, Hazret-i Muaviye tarafından da Amr bin Âs hakem tayin edilip, anlaşma sağlandı. Amr bin As hazretleri, harp hilesi ile iki Müslümanı barıştırmak için yalanı caiz gören hadis-i şerif gereğince, (şu yüzüğü parmağıma taktığım gibi Muaviye’yi halife tayin ettim) dedi. Bu şekilde, binlerce Müslüman kanının akması engellenmiş oldu.

Hazret-i Ömer’in komutanlarından biri, savaşta bir akarsuyun yanında durdu. Bir askere, (Atla da bak, çok derin mi?) dedi. Asker atlayınca, çıkamadı ve boğulmak üzere iken (Ya Ömer) diye feryat edip öldü.

O savaştan büyük bir zafer ve çok ganimetlerle dönen komutan, bilgi verirken, Hazret-i Ömer, (Bunları bırak, suya atlayan askerden haber ver) dedi. O da, (Boğuldu) deyince, (Keşke bu ganimetlerin hiçbirini getirmeseydin de, o asker boğulmasaydı) buyurdu. Bütün bunlar, İslamiyet’in insan hayatına verdiği kıymeti göstermektedir. Marifet insanı öldürmek değil, yaşatmaktır. İşte Amr bin As hazretleri, dahiyane bir buluşla, her iki taraftaki Müslümanları ölümden kurtarmıştır.

Oyun içinde oyun
Bilecik Tekfuru, Osman Gaziye dost görünen bir düşman idi. Osman Gazi yaylaya çıkarken ağırlıklarını onun kalesine emanet gönderir, yayla dönüşünde de hediyeler yollayıp eşyasını alırdı. Bu adam oğluna, Yarhisar Tekfurunun kızını alıyordu.

Düğün hazırlığı haberi yayılınca Osman Gazi, Bilecik Tekfuruna bir sürü koyun gönderdi: “Kardeşime layık değilse de layığını getiririm. Hem hatunum ile anası da kardeşimin hatunu ile tanışmak ister. Biz şimdi yaylaya gideriz, izin versinler ağırlığımızı yine Bilecike emanet koyalım” dedi. Halbuki Bilecek Tekfuru düğüne gelecek olan Osman Gaziyi öldürmeye karar vermişti ve bunu öbür tekfurlarla görüşmüştü.

Bu tuzağı öğrenen Harmankayası Tekfuru Köse Mihal, Osman Gazinin sadık dostu idi, ona haber verdi.

Düğün, Bilecik civarında Çakır pınarında olacaktı. Bilecik Kalesinde pek az adam kalmıştı. Osman Gazi düğüne davet edildi; Türk Beyi davetçilere hediyeler verdi:
- Hatunlarımız ile geliyoruz, bizim hatunlarımızı Çakır pınarında ayrı bir yere kondursunlar, hanlarımız tekfurları görüp utanmasınlar! Hem de emanet ağırlığımızı Bilecik’e yollarız.

Bilecik Tekfuru, “Türkün eri ve avradı ve malı ele girdi” diye bu haberden çok sevindi.

Osman Gazinin Bilecik’e gönderdiği ağırlık iki katar öküz yükü eşya idi. Bu eşyayı götüren kadınlardı, ama eşya diye götürülen, keçelerin, kilimlerin içine sarılı cengaverlerdi.

Kaleye girince, dal kılıç meydana fırladılar, kaledeki birkaç kişiyi sindirip Bilecik’i alıp kalenin kapılarını kapadılar.

Hatunlarımız diye götürülenler de kadın kıyafetine girmiş genç cengaverlerdi. Düğün halkı tamam sarhoş olmuştu ki Osman Gazi, Köse Mihal ile beraber yerinden fırlayıp ata bindi, Bilecik Tekfuru da, “Türk kaçtı!” diye adamları ile peşine düştü.

Osman Gazi, Bilecik civarında Kıldırık Deresine inmişti. Düğüne kadın kıyafetinde gelmiş olan cengaverler de sırtlarından o esvapları atıp Bilecik Tekfuru ile adamlarının peşine düştüler. Bilecik Tekfuru iki kılıç arasında kaldı. Yakalanıp başı kesildi. Yarhisar Tekfurunun kızı olan gelin ise Türklerin eline geçti. Osman Gazi, o kızı oğlu Orhan ile evlendirdi.

Şalgo’nun fethi
Bosna Valisi Yahya Paşanın torunlarından Aslan Bey, Şalgo kalesini kuşatır. Şalgo’nun yolları tutulmuş olarak günlerce bekler. Aslan Bey, taarruzsuz kuşatmaya devam eder. Askerlere dumanlı, sisli havayı bekletir.

Aslan Bey bir sabah uyandığında, binlerce bacadan henüz tütmüş soğuk, nemli bir duman kadar koyu bir sis her tarafı kaplar. Ordugah, sancaklar, tuğlar, çadırlar, ağaçlar, atlar, kısacası hiçbir şey görünmez. Şalgo kalesi sanki ortalıkta yok. İşte bu hava beklenir. Askerleri çağırır.
- Bugün Şalgo’yu alacağız. Ben iki saate kadar geleceğim. Hepiniz hazır olun. Saldırı yapmayın. Ama kale etrafında çok gürültü yapın. Savaş düzeninde Şalgo’ya yanaşın.

Aslan Bey, ormanda günlerdir bekleyen topu, elli mandaya koşup, Şalgo Kalesi önüne getirtir. Şalgo’da sisin kalkmasıyla birlikte, Osmanlı ordusu muharebe düzeninde beklerken, Aslan Bey gür sesiyle ortaya çıkıp, haykırır: Hey bre Şalgo muhafızları!.. diye bağırarak tehdit dolu bir nutuk çekerek der ki: Bu top ki, İstanbul’u fetheden toptur. Bir kere ateş edeceğim, ikincisine gerek yok. Haydi teslim olun da canınızı kurtarın. Şalgo kalesi, böyle alınır. Şalgo kumandanı İstanbul’u alan topa bakınca iş işten geçer. Teslimine sebep olan elli mandayla gelen top, siyaha boyanmış kocaman bir kütüktür.

Geri kaçış
Selçuklu Sultanı Alpaslan, 20 bin civarındaki askerle Romenos Diogenes komutasındaki yüz binlik Bizans ordusuna karşı zaferi, Bozkır taktiği de denilen çevirme harekatı ile kazandı. Selçuklu ordusunu dört kısma ayırdı. Kalabalık olan iki kısmını, muharebe sahasının yanlarındaki tepelerde gizlice pusuya yatırdı. Düşmanın gerilerini tutmakla vazifelendirdiği üçüncü kısmını da müsait yerlerde mevzilendirdi. Alpaslan da Selçuklu ordusunun dördüncü kısmıyla kendisi R. Diogenesin karşısına çıktı. İlk olarak Türk merkez kuvvetleri, hücuma geçti.

Bu az kuvveti bir anda ezmek hevesine düşen Diogenes, taarruza geçti. Çekilmeye başlayan Türkleri takip etti. Alpaslan tarafından maharetle takip edilen hareket, Bizans ordusu pusulara doğru çekilerek, genel Türk hücumu ile sarılarak imha edilmiş ve zafer kazanılarak Anadolu kapıları Türklere açılmıştır.

Sırbın hilesi
Murad-ı Hüdavendigar, I. Kosova Meydan Muharebesinde Balkanlı Haçlılara karşı zafer kazandıktan sonra savaş alanını dolaşırken Miloş Kabiloviç adlı bir Sırp, Türk gazilere: El öpmeye geldim ve hem müjdem var. Kral Lazarı tuttular. İşte getirdiler dedi. Gaziler, kralı getirdiğini görünce Miloşu serbest bıraktılar. O da Sultan Murad Hanın yanına gelip elini öperken onu hançerledi. Sultan aldığı yaradan kurtulamayarak şehit oldu.

Çöldeki savaş
Tuğrul Bey, emrindeki 20 bin kişilik bir kuvvetle, Sultan Mesut komutasındaki 10 bin kişilik Gazneli ordusuna karşı, Dandanakan zaferini kazanarak Selçuklu devletini kurdu. Tuğrul Bey, önce bütün su kuyularını kuruttu. Daha sonra, kaçıyor gibi yaparak Gazneli ordusunu çöle çekti. Bu sefer çölde susuzluktan kıvranan yorgun ve bitkin Gazneli ordusuna karşı hücuma geçerek zaferi kazandı.

Tuzak
Köpeğin, kedinin koku alma duygusu çok kuvvetli olduğu gibi, Akbabanın da görme kuvveti fazladır. Akbaba, çaylağa der ki:
- Uzağı benden daha iyi gören yoktur.
Çaylak da der ki:
- Bu bir iddiadır, ispatı gerekir. Peki şu ovada ne görüyorsan, söyle!
Akbaba, aşağılara doğru bakar:
- Ovanın ortasında bir buğday tanesi görüyorum.
- Pekala! Haydi inelim, bakalım. Sözün doğru mu?
Birlikte aşağı inerler. Akbaba hemen taneye doğru koşar. Buğday tanesinin tuzağın üstüne konulduğunu fark etmez, buğdayı alayım derken tuzağa yakalanır. Zavallı akbaba, bir buğday için tuzağa düşünce, çaylak der ki:
- Tuzağı göremeyip de taneyi görmenin ne faydası olur?

Az iyiliğe çok mükafat
Muhtaç bir ihtiyar, bir gençten çeyrek akçe ister, o da verir. Günün birinde, o genç, bir suç sebebiyle yakalanır, idama mahkum olur. Genç asılmaya götürülür. Herkes toplanır. İhtiyar oradan geçerken, genci görür, iyiliğini hatırlar, ona acır. Genci kurtarmak için bir çare düşünür. “Eyvah! Güzel huylu padişahımız vefat etti. Dünya boş kaldı” diye haykırır, feryat içinde ağlar. Kılıçlarını çekip duran askerler, oradaki halk, ihtiyarın sözünü işitince feryat ve figan ederler. Herkes dövünmeye başlar. Herkes saraya koşar. Bakarlar ki padişah sağ, tahtında oturuyor.

İdam sahası boşalınca, genç kaçar, ihtiyar kalır. Yalan haber üzerine, ihtiyar yakalanır, padişahın huzuruna götürülür. Padişah korkunç bir surette bağırır: Güzel ahlaklı, hak ve adalet timsali, halkını seven bir padişahın ölümünü neden arzu ettin?

İhtiyar, Hükmün cihana yürüsün ey adil padişahım diye başlayan uzun bir duadan sonra, (Padişah öldü dememle padişahım ölmedi. Fakat bu sözle bir can kurtuldu) der ve olayı anlatır. Meseleyi öğrenen Padişah, memnun olur, ihtiyarı affeder. Kaçan genç, korku ile, düşe kalka koşarken, onu tanıyan biri, (Ölümden nasıl kurtuldun?) der. O da (Çeyrek akçeyle kurtuldum) der.

İki düşman varsa
Kötülük düşünen, fakat düşündüğünü yapmaya gücü yetmeyen iki düşman arasında emin oturulmaz. Eğer o iki düşman ittifak edecek olursa, kısa elleri uzun olur. İki düşmandan önce hile ile birisini meşgul et. O otururken ötekinin kökünü kazı. İhtilaf çıkarsa sen kılıcı kınına koy. Kurtlar birbirine düşünce, koyunlar rahat gezer.