Mahmud Efendi diye vardı bir talebesi.
Pek çoktu bu veliye bağlılığı, sevgisi.
Geldi Mahmud Efendi, hanım ve çocuğuyla,
Bir ev kiralayarak, yerleşti İstanbul'a.
Abdülehad Efendi, bu Mahmud Efendi'ye,
O zamanlar üç akçe vererek harçlık diye,
Buyurdu ki: (Saymazsan, daha ziyadeleşir.
Hatta ölene kadar, bu, size kâfi gelir.)
Mahmud Efendi der ki: (Aldım o üç akçeyi.
Onları kullanırdım almak için herşeyi.
Üstadımın emriyle, onları hiç saymadım.
Yedi sene, onlarla geçimimi sağladım.
Lakin sayma arzusu olurdu bende fazla.
Yine de sabrederek, saymazdım onu asla.
Fakat bir gün, bu arzu bana galip gelerek,
Saydım o akçeleri, nefsime yenilerek.
Beşyüz akçe idi ki, azaldı gün geçtikçe.
Ve birkaç gün geçmeden, kalmadı tek bir akçe.)
Bir de Ali Efendi vardı ki talebeden,
Bu zat, Kastamonu'da otururdu evvelden.
Kendisi anlatır ki: (Zuhur etti bir işim.
Bunun için bir sene, istanbul'a gitmiştim.
Abdülehad Efendi, o zamanlar Bayezid,
Cami-i şerifinde ders verirmiş çok vakit.
Öğrenince vâzını Bayezid camiinde,
Gittim ki, görüşeyim büyük merak içinde.
Vâzını dinleyince, duygulandım begayet.
Kalbimde, ona karşı duydum büyük muhabbet.
Elini öpüyordu cemaat bu kişinin.
Ben de girdim sıraya, elini öpmek için.
Dikkatimi bir husus çekmişti ki o günü,
Kapalı tutuyordu, açmıyordu gözünü.
El öpüp, bir rüyamı söylemeden ben daha,
Dedi: (Ali Efendi, bekliyorum dergaha.)
İsmimle hitab etti, daha çok ettim hayret.
Üç gün sonra, dergaha gidip ettim ziyaret.
Elini öpmek için vardığımda yanına,
Gözü kapalı idi, bakmadı yine bana.
Velakin buyurdu ki: (Ne için geç kaldınız?
Şöyle değil mi idi o geceki rüyanız?
Tabiri şöyledir ki: Geçince yirmi sene,
Temelli gelirsiniz İstanbul beldesine.
O zaman Üsküdar’da ikamet eyleyiniz.
Zira o topraklarda olur sizin yeriniz.)
Aradan yirmi sene geçince hakikaten,
Taşındık İstanbul'a, hiç niyette yok iken.
İstanbul yakasında mekan tuttuk hakikat.
Bunu, yirmi yıl önce demişti bize o zat.