Güçlük çekiyorlardı yürümekte gaziler.
Allah’ın Sevgilisi, buna dua edince ,
Öyle yağmur yağdı ki o bölgeye o gece,
Kaygan olan o zemin, sertleşti hem de gayet.
Bu, müslümanlar için oldu büyük bir rahmet.
Resulullah, Eshabı namaza kaldırdılar.
Ve sabah namazını, cemaatle kıldılar.
Sonra da Eshabına, cihad ile şehidlik,
Hakkında hitab edip, savaşa etti teşvik.
Onyedinci günüydü Ramazan-ı şerifin.
Günlerden Cuma idi ve güneş doğdu hemin.
Biraz sonra, tarihin en mühim, en amansız,
Ve en büyük savaşı olacaktı hilafsız.
Bir yanda Fahr-i âlem, Allah’ın Sevgilisi,
Ve yanında, bir avuç şerefli sahabisi.
Hepsi, can ve başını koyarak orta yere,
Resul'ün aşkı için, gelmişlerdi Bedir’e.
Öbür tarafta ise, Allah’ı inkâr eden,
Ve Onun Habibi’ni yok etmeği dileyen,
Azgın, taşkın, inatçı, kâfir güruhu vardı.
İki ordu Bedir’de karşılaşacaklardı.
O kâfir sürüsünün içinde hem de o gün,
Akrabaları vardı Allah’ın Resulü’nün.
Kâfirler bin kişiydi, üçyüzbeş er'e karşı.
O gün ilk olacaktı iman-küfür savaşı.
O sırada kâfirler, karargahtan çıktılar.
Harp sahasına doğru, akmaya başladılar.
Çoğunun üzerleri, kaplı idi zırhlarla.
Techiz edilmişlerdi binek ve silahlarla.
Ve yaklaşıyorlardı gurur, kibir içinde.
İslamı yıkmak idi gayesi hepsinin de.
Onların bu halini görünce Resulullah,
Hazret-i Sıddık ile çadıra girdi nagah.
Mübarek ellerini yukarı kaldırarak,
Şöyle dua eyledi Rabbine yalvararak:
(Ya Rabbi, işte küffar gururla geliyorlar.
Sana meydan okuyor, beni yalanlıyorlar.
Ya ilahi, vakta ki vadetmiştin ki bana,
Muzaffer eyleyesin beni hasımlarına.
İşte, Kureyş geliyor yıkmak için bu dini.
Bu gün getir yerine bana olan vadini.
Bu bir avuç mümini, eğer helak edersen,
Bulunmaz yeryüzünde, hiç sana kulluk eden.
Ya Rabbi, vadettiğin o yardımı nasib et.
Yoksa, bu günden sonra yok olur islamiyet.)
Hazret-i Ebu Bekir teselli ediyordu.
(Üzülme, Hak teâlâ yardım eder!) diyordu.