Osmanlı devletinin, kuruluş yıllarında,
Bir âlim vardı Seyyid Alaaddin adında.
Aslen Anadolu'da yaşayan bu büyük zat,
Konya'nın yakınında, bir köyde etti vefat.
O devirde bir rahip, Semerkant’a gelmişti.
Halkın itikadını, bozmaya yeltenmişti.
İsa Nebi hakkında, hâşâ İlah diyordu.
Buna benzer, asılsız şeyler anlatıyordu.
Bu rahip, haber saldı Semerkant melikine.
Dedi: (Münazaraya geldim memleketine.
Cevap verebilirse bana âlimleriniz,
Müslüman olacağım ben de elbet çaresiz.
Ama suallerime, olmazsa cevap veren,
Anlaşılmış olur ki, davamda haklıyım ben.
O zaman herşeyimi feda edip büsbütün,
İslamı yıkmak için çalışırım gün be gün.)
Semerkant hükümdarı olan bu Sultan Halid,
Bu haberi alınca, çok üzüldü o vakit.
Topladı huzuruna, cümle âlimlerini.
Söyledi bu rahibin bu saçma teklifini.
Âlimler dediler ki: (Emrine amadeyiz.
Ona cevap verecek kudretteyiz hepimiz.)
Onunla biz bir yerde, münazara edelim.
Bütün suallerine birden cevap verelim.)
Bir gün tayin edildi, geldiler bir araya.
Rahip, suallerini tevcih etti onlara.
Lakin ikna edici cevap alamadı pek.
Sultan’ın huzuruna geldi böbürlenerek.
Dedi: (Ey Sultan Halid, olsun ki haberiniz,
Cevap veremediler bana âlimleriniz.)
O zaman Sultan Halid, bu hale üzüldü pek.
Biraz sonra, âlimler huzuruna gelerek,
Dediler ki: (Esseyyid Alaaddin adında,
Büyük islam âlimi var ki Anadolu’da,
O cevap verebilir bunun suallerine.
Bir haber yollayalım hemen kendilerine.)
Sultan, memnun oldu ve verdi hemen emrini.
Dedi ki: (Mektup yazıp, davet edin kendini.)
Derhal mektup yazılıp, gönderilmekte iken,
Tam o anda, saraya, bir yolcu girdi birden.
Uzak yoldan gelmişti, çok yorgundu hali de.
Cebindeki mektubu, verdi Sultan Halid'e.
Açtı Sultan mektubu, okuyunca ağladı.
Sevinç ve sürurundan, secde-i şükre vardı.
Âlimler, onu böyle görüp hayret ettiler.
(Ne yazar ki, böyle çok sevindiniz?) dediler.
Sultan Halid, mektubu o zata uzatarak,
Dedi: (Al, oku şunu şöyle sesli olarak.)
Geliyordu o mektup, Seyyid Alaaddin’den.
Okumaya başladı, mektubu o da hemen.