Hindistan’ın büyük velîlerinden. Tefsîr, hadîs, kelâm, tasavvuf ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Ahmed bin Abdürrahîm bin Vecîhüddîn, künyesi Ebü'l-Feyyâz, Ebû Abdullah ve Ebû Abdülazîz’dir. Soyu, baba tarafından hazret-i Ömer’e, anne tarafından ise hazret-i Hüseyin’e ulaşır. Lakabı Kutbüddîn, Şâh Veliyyullah ve Şâh Sâhib; nisbesi ise Hindî, Dehlevî ve Fârûkî’dir. Daha çok Şâh Veliyyullah Ahmed Sâhib-i Dehlevî diye tanınır. 1702 (H.1114) senesi Şevvâl ayında Hindistan’ın Delhi şehrinde doğdu. 1762 (H.1176) senesi Muharrem ayının yirmi dokuzuncu günü öğleden sonra orada vefât etti. Şehrin dışında, bugün Mehdiyân diye bilinen yerde, babasının yanında medfûndur. Kabri belli olup, ziyâret edilmektedir. Doğum ve vefât târihleri, (1699-1766) olarak da rivâyet edilmiştir.
Bu zata sordular ki bir zaman şu suali:
(İnsan kabre girince, nasıl olur ahvali?)
Buyurdu: (Kardeşlerim, bir kimse etse vefat,
Başlar o kimse için değişik, başka hayat.
Defin bitip, cemaat dağılırken yanından,
O, ayak seslerini işitir mezarından.
O mevta yalnız kalır artık o mezarında.
Amellerinden başka kimse olmaz yanında.
İnsanlar ayrılınca, seslenir ona mezar.
Der ki: (Ey Ademoğlu, kıldın mı bende karar?
Bilir miydin buranın nasıl yer olduğunu?
Yoksa hissetmedin mi öğrenmek lüzumunu?
Görürsün ki burası, hem dardır, hem karanlık.
Bulunmaz hem bu yerde ne yatak, ne de yastık.
Dün, üstümde gezerdin, pek gururlu olarak.
Kabir nasıl bir yerdir, etmedin mi hiç merak?
Benim içim doludur, böcek ve akrep ile.
Hazırlıksız geldiysen, şimdi her şey nafile.
Üstümde, günahları eyledinse irtikap,
Şimdi benim içimde, revadır sana azap.
Hem de hiç hazırlıksız geldinse bu mezara,
Kurtarmaz bu azaptan seni ne mal, ne para.)
Eğer o ölen kişi salih bir kimse ise,
Gaibten başka bir ses, cevap verir o sese.
Der ki: (Ne söylüyorsun bu mümine ey kabir!
Bu, öyle bir kimse ki, eyleme onu tahkir.
O, Rabbine inanıp, gece gün etti taat.
Hep islama muvafık dünyada sürdü hayat.
Beş vakit namazını kıldı hem de ihlasla.
Özürsüz tek namazı, geçirmedi o asla.
Emr-i maruf yaparak, hizmet etti bu dine.
En ufak bir sıkıntı gösterme bu mümine.)
Bu sesin arkasından, genişler kabri hemen.
Cennet yaygılarıyla tefriş olur tamamen.
Daha sonra yanına, biri gelir pek güzel.
Çok nurlu ve sevimli, her bakımdan mükemmel.
Der ki: (Sen kimsin acep, ne güzelsin ve şirin.
Bu tenha yerde gelip, beni sevindirirsin.)
O der ki: (Amellerin, salih idi dünyada.
Beni, o amellerden halk etti Hak teâlâ.)
O ameller, dört yandan kuşatırlar o zatı.
Ondan ırak ederler, gelecek mazarratı.
Azap melaikesi gelirlerse faraza,
(Namaz) karşı koyarak, eder tam muhafaza.
Sonra, başka cihetten yaklaşırlarsa eğer,
(Oruc)u karşı çıkıp, mani olur bu sefer.
Onlar bunu görünce, giderler dönüp derhal.
Ve derler ki: (Ne güzel, mübarek olsun bu hal.)