Resulullah, kavmini bir yere toplayarak,
Anlatınca islamı aşikâre olarak,
Hakaretler ettiler birçoğu hiddetinden.
Sonra da, üzerine saldırdılar hep birden.
Vurup, hırpaladılar Allah’ın Resulü'nü.
Ve kana boyadılar mübarek nur yüzünü.
O mübarek saçları oldu karmakarışık.
Yine de sabrederek, vermedi bir karşılık.
Sadece buyurdu ki: (Vurursunuz bana siz.
Lakin Resul gönderdi beni size Rabbimiz.)
Allah’ın Sevgilisi, çok incindi onlardan.
Ayrılıp, Beytullaha teşrif etti oradan.
Henüz hazret-i Hamza müslüman olmamıştı.
Dağa, ceylan avına, tek başına çıkmıştı.
Bir ceylanın ardından giderken gizlenerek,
Geri dönüp konuştu, ceylan dile gelerek.
Dedi ki: (Sen okunu, bana atarsın, ama,
Atsan daha iyidir Mekke’de o adama.
Çok incitti o adam kardeşinin oğlunu.
Bana atacağına, git, ona at okunu.)
Ceylanın sözlerine taaccüp eyleyerek,
Döndü hemen evine, hayli merak ederek.
Hanımı ağlıyordu, geldiğinde evine.
Niçin ağladığını sorunca kendisine,
Dedi ki: (Yeğenine, o insafsız kâfirler,
Her gün ettiklerinden, fazla eza ettiler.)
Ve bir bir anlatınca o eza ve cefayı,
Büsbütün keder sardı amcaları Hamza’yı.
Dedi ki: (Ebu Talip yok mu idi o zaman?)
Dedi: (Deve gütmeye gitmiş idi sabahtan.)
Sordu yine: (Nerdeydi amcası Ebu Leheb?)
Dedi ki: (O insafsız, düşmanlık ederdi hep.
Hatta diğerlerini, o teşvik ediyordu.
Öldürün şu yalancı sihirbazı diyordu.)
Duydu Hazret-i Hamza ondan bu olanları.
Kabardı birdenbire akrabalık damarı.
(Bunun intikamını onlardan alana dek,
Yemek içmek, Hamza’ya haram olsun) diyerek,
Kılıcını kuşanıp, aldı yayı eline.
Geldi o kâfirlerin toplantı mahalline.
Kâbe’yi, hürmet ile tavaf etti evvela.
Sonra meydan okudu hiddetle o küffara:
(Kardeşimin oğluna, eza ve cefa eden,
İçinizden kim ise, karşıma çıksın hemen.
Boyunu bir göreyim, o çıksın da önüme.
Nasıl eza edermiş o benim yeğenime.
Haberim olsa idi bu işten benim eğer,
Vallahi hepinizi keserdim teker teker.)