Abdülehad Nuri ki, büyük bir evliyadır.
Hal ehli kimse olup, kerametleri vardır.
Peygamber-i zişan'ın manevi emri ile,
İstanbul'dan, bir ara yollandı Midilli’ye.
Orada, yetmiş kişi vardı ki gayr-i müslim,
Onun vasıtasıyla oldular halis mümin.
Bu veli, İstanbul'un Sultanahmet, Bayezit,
Gibi camilerinde vâzederdi çok vakit.
Vefatı yaklaşınca, son verip bu derslere,
Kendisini, tamamen verdi ibadetlere.
O sene Muharremde, rahatsız oldu biraz.
Hekimler ilaç yapıp, eylediler ona arz.
Lakin kabul etmeyip, almadı hiç bir ilaç.
Buyurdu ki: (Bunlara, şimdi yoktur ihtiyaç.)
Hekimler, hayret edip verdiği bu cevaba,
Dediler ki: (Efendim, hikmet nedir acaba?)
Buyurdu: (Hiç bir ilaç faide vermez artık.
Zira biz, ahirete gitmeye davet aldık.)
Hastalığı, gün be gün ziyade oldu daha.
Ve yedi gün sonunda, vasıl oldu Allah’a.
Bu mübarek velinin gaslini yapan kimse,
Diyor ki: (Oldu o gün acayip bir hadise.
Ne tarafa çevirmek isteseydim onu ben,
Dönerdi o tarafa, hemen kendiliğinden.)
Talebesi içinde, Hacı Sadık Efendi,
Bir sene, Beytullah'a gitmeye niyetlendi.
Hocasından müsade alan bu Hacı Sadık,
Bir kervana katılıp, yollara düştü artık.
Lakin yolda giderken, her tehlike anında,
Abdülehad Nuri’yi görüyordu yanında.
Bu şekilde Kâbe’ye vasıl oldu nihayet.
Onu, o yerde dahi görünce etti hayret.
Haccını eda edip, geriye geldiğinde,
Baktı, Hacca gitmemiş, oturuyor evinde.
Bir gün de, bu veli zat, bazı sevdikleriyle,
Boğaza gitmiş idi, gezinmek gayesiyle.
Sonra, sohbet eyledi bir yerde oturarak.
Dinleyenler, neşe ve sürura oldular gark.
Birisi arz etti ki: (Bazı eski veliler,
Altın'a çevirirmiş toprağı, isteseler.)
Abdülehad Efendi, dönüp o sevdiğine,
Bir avuç toprak alıp, koydu onun eline.
Hayret içerisinde gördü ki o sevdiği,
Anında vaki oldu az önce söylediği.
Yani altın olmuştu elindeki o toprak.
Hepsi de gördü bunu aşikâre olarak.
O böyle dediğine utandı fevkalade.
Bu veliye sevgisi, arttı daha ziyade.