Bir kadı var idi ki Abdurrahman isminde,
Çok kadılık yapmıştı Kudüs ve Kahire'de.
Evi de, Abdülehad Efendi dergahının,
Bitişiğinde olup, aşığıydı bu zatın.
O, bir gün heyecanla gelerek bu veliye,
Yalvardı (Oğlum için bir dua edin) diye.
Oğlu, taun derdine birden yakalanmıştı.
Diğerleri hep ölmüş, tek bu oğlu kalmıştı.
Cevaben buyurdu ki: (Ben, aciz bir kimseyim.
Onun kurtulmasına, yok elimde bir şeyim.)
Sonra geçti içeri, iki rekat bir namaz.
Kılıp, Hak teâlâya eyledi dua, niyaz.
Sonra kalkıp dedi ki: (Oğlunuz buldu sıhhat.
Evinde, elbiseyle dolaşıyor şu saat.)
Ayrılıp, sevinerek evine geldi kadı.
Gördü ki, hakikaten sıhhat bulmuş evladı.
Yine bu veli zatın vardı bir talebesi,
Çok idi üstadına bağlılığı, sevgisi.
Bu talebe, zamanla ederek sa'y-ü gayret,
Çalışıp, kadılığa yükseldi en nihayet.
Sonra tayin olundu bir yere kadı diye.
O yere gitmek için, gidip bindi gemiye.
Az sonra bir fırtına, bir rüzgar bindirerek,
Parçalandı gemide ne varsa yelken, direk.
Ediyorken her kişi ah-ü figan ve feryat,
Yetişti o sırada hazret-i Abdülehad.
Yolculara görünüp, buyurdu: (Ey insanlar!
Niçin bağırırsınız, ne bu feryat figanlar?
Deniz de bir mahluktur, yapar emredileni.
Kurtarır Hak teâlâ elbet Allah diyeni.)
Sonra nida etti ki: (Ey fırtına, ey rüzgar!
Hemen sakin olun ki, kurtulsun bu insanlar.)
O, Allah'a sığınıp edince böyle niyaz,
Deniz, sakinleşti ve insanlar oldu halas.
Bir gün de vezirlerden birisi, bu veliye,
Bir kese altın alıp, etti ona hediye.
Daha sonra oturup, dinledi sohbetini.
Lakin şöyle düşünüp, çok beğendi kendini:
Bu kadar çok kıymetli, hem bu kadar çok fazla,
Hediyeyi, hiç kimse kimseye vermez asla.
Böyle düşündüğünü anlayıp o veli zat,
Sohbetini keserek, vezire döndü bizzat.
Buyurdu ki: (Ey vezir, getirdiğin bu altın,
İle minnet etmeye kalkışma bize sakın.
Toprak ile farksızdır bizce bunlar, tamam mı?)
Der demez toprak oldu altınların tamamı.
Vezir, düşündüğüne utandı, oldu tuhaf.
Huzuruna giderek, yalvarıp diledi af.