ARA
OSMANLI HİKAYELERİ
 Birinci Ahmed Hanın sultân olduğu zaman, Osmanlı Devleti çok zor şartlar ile karşı karşı ya idi. Devlet batıda Avusturya ve doğuda İran ile harp hâlinde bulunduğu bu sırada; içte celâlî adı verilen âsîler yirmişer otuzar bin kişilik gruplar meydana getirmişler, köyleri yakıp yıkmaya, üzerlerine gönderilen orduları bozmaya başlamışlardı. Bu iç gâile, Osmanlı Devletini temelinden sarsacak bir manzara görünümündeydi. Bilhassa İran, bu iç fitneyi körüklüyor ve Osmanlı Devleti içerisindeki hurûfîler de bütün güçleri ile bu fitne hareketlerini destekliyorlardı.Bostan Çelebi hazretleri, Sultan Birinci Ahmed'in tahta geçmesinden sonra büyük ceddi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin mânevî işâreti üzerine İstanbul'a geldi. Kadir gecesi olması muhtemel bir gecede Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Aynı gece Sultan Ahmed Han da şöyle bir rüyâ gördü:

Saray-ı hümâyûndaki husûsî köşkün etrâfında heybetli ve nûrânî zâtlar geziniyordu. Onların kimler olduğunu araştırınca, yakın adamlarından birisi gelerek; "Sultânım! Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri köşkünüzü teşrif ettiler. Peşindekiler, onun dervişleri ve talebeleri dir." dedi. Bu haberi alan Sultan büyük bir sevinçle sarayın içine girdi ve orada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerini gördü. İkrâm ve iltifât olmak üzere ona saltanat tahtına oturmasını teklif etti. O zaman Mevlânâ hazretleri; "Arşın gölgesi altında oturanlar, bu birkaç ağaç parçasından yapılmış tahta iner mi? Bu tac ve taht sizindir." buyurdu. Bu sırada Sultan Ahmed Han, Mevlânâ hazretlerinin orada bulunuşunu fırsat bilip, ondan devlete isyân eden, azgınlık ve taşkınlık yapan celâlîlerin hakkından gelebilmek için himmet ve hayır duâda bulun malarını istedi. Mevlânâ hazretleri ona; "Sen eğer bizim çocuklarımıza karşı azgınlık ve taşkın lık edip onlara sıkıntı verenlere mâni olursan, biz de bunun mükâfâtı olarak mânevî yolla size karşı gelenlerin zararlarını ve çıkardıkları fitneleri def ederiz. Bostan'ımıza var, himmetine sarıl  diye tenbih eyledi. Mevlânâ hazretleri oradan Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerini ziyârete gitti. Sultan Ahmed de kendisini tâkib etmişti. Gördü ki, Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretleri hayatta ve Mevlânâ hazretlerinin torunlarından biriyle sohbet etmektedir. Mevlânâ hazretleri de oraya varıp bu büyük sahâbîyle sohbetten sonra vedâ edip ayrılırken; "Benim Bostan'ım budur." diye işâret etti.
Sultan Ahmed tam bu esnâda uyandı. Böyle mübârek bir rüyâ görmenin şükrânesi olarak Allahü teâlâ için kurbanlar kestirdikten başka, derhal Eyüb Sultan'a ziyârete gitti. Orada Bostan Çelebi'yi görünce sevindi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin tenbihi üzere saray-ı hümâyûna dâvet etti. O da bu dâveti kabûl etti. Sultan ona Mevlânâ hazretlerinin oturduğu yere oturmasını teklif ettiğinde; "Mübârek dedemin yerine oturmam edebe sığmaz." diyerek, Sultanın akşamki rüyâsına işâret etti. Böylece Ahmed Han, Mevlânâ hazretlerinin; "Bostan' ımıza yapış." sözündeki inceliği ve Bostan Çelebi'nin de hâlinin yüksekliğini ve velî olduğunu anladı. Kendisine pekçok hürmet ve saygı gösterdi. Sohbetlerinden bereketlendi ve bütün sıkıntılarının giderilmesi için emirler verdi. Bu mübârek zâta ve mevleviyye yolunun büyükleri ne eziyet edenlerin, rahatsızlık verenlerin cezâlandırılmasını istedi. Zâten Sultan Ahmed Hanın, Bostan Çelebi'ye gösterdiği hürmeti duyan fesadçılar, büyük bir korkuya kapılmışlar ve sözlerini kesmişlerdi. Bostan Çelebi bir müddet sonra Konya'ya gitmek üzere pâdişâhtan izin istedi. Bu mübârek zâttan ayrılmak, genç pâdişâh Ahmed Hana çok ağır geldi. Büyük bir kalabalıkla kendisini İstanbul'dan uğurladı. Ayrılırken memleketin isyâncıların şerrinden kurtul ması için pekçok duâ eden Bostan Çelebi, Konya'da da muhteşem bir kalabalık tarafından karşı landı. Bostan Çelebi'nin ayrılışının üzerinden çok geçmeden Ahmed Hanın Anadolu'da celâlîler üzerine gönderdiği ordunun zafer haberleri gelmeye başladı ve kısa sürede âsîlerin tamâmı temizlendiBostan Çelebi bundan sonra daha rahat ve huzurlu bir şekilde talebelerine ders verdi. Bir gün yine Mevlevîhânede talebeleri ile meşgûlken içeriye bir haberci girdi. Şeyhe, kendisini Lala Mustafa Paşanın gönderdiğini ve ondan Şam'da boş bulunan Mevlevî Dergâhına bir halîfe göndermesini istirhâm ettiğini bildirdi. Bostan Çelebi bu istek üzerine himmet ve teveccühleri ne kavuşmuş olan Kartal Dede'yi oraya halîfesi sıfatıyla göndermek istedi. Ancak Kartal Dede'ye hocasından ayrılık çok zor geldi. Gözyaşları içinde bu husûsu hocasına arzetti ve ayrıca; "Vâiz ve zikr meclisleri için lâzım olan ilmim de yok." diyerek kendisinin bu vazîfeden bağışlanmasını arz eyledi. Bunun üzerine Bostan Çelebi ona:"Ağız senden, söz bizden. Sana büyük bir âlim de mürid olur." diyerek onu teselli etti ve mâzeret kapısını kapadı. Kartal Dede hocasının duâları bereketiyle Şam'a vardı. Vardığı gün şehrin büyük câmilerinden birinde vâz verdi. Halkın yanısıra büyük âlimler ve devlet adamları da vâzına geldi. Vâzında derin ve ince mânâlardan bahseden Kartal Dede'yi dinleyenler hayran kaldı. Onu umduklarından da daha yüksek buldular. Yine aynı gün câmide bulunan büyük âlim Alemî Dede de onun sözlerine hayran kaldı. Alemî Dede, Bağdâdlı olup, Irak'ın çeşitli yerlerin de ilim tahsîl etmişti. Tahsîlini tamamladıktan sonra İstanbul'da Fâtih Câmiinde ders vermiş, talebeleri Mısır'a kâdı gönderilmiş, böylece orada da tanınmıştı. Allahü teâlânın hikmeti bu sıra da hacdan dönerken Şam'a uğradı ve böylece Kartal Dede ile tanışarak kendisine talebe oldu.Bostan Çelebi hazretlerine talebeleri kendisinden sonra dergâhın ve talebelerin işleri ile kimin ilgileneceğini sorduklarında; "Hilâfet, Ebû Bekr Çelebi'nindir." buyurdu. Ebû Bekr Çelebi, Ferruh Çelebinin oğlu idi. Bostan Çelebi, 1631 (H.1040) senesinde Konya'da vefât etti. Kabri, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesi içerisindedir.Bostan Çelebi hazretleri, kendisine gelenlere dînin emirlerini öğretir, onları her bakımdan yetiştirirdi. Hattâ özel olarak dergâhına getirmek sûretiyle, pekçok kimseyi naklî ilimlerde kemâle kavuşturduğu rivâyet edilmektedir. Bunlardan bir tânesi şu şekildedir:Gelibolu'da kerâmetleri açıkça bilinen Ağazâde Şeyh Muhammed Efendi, gençliğinde bile tâattan ayrılmamış ve bu şekilde yetişmişti. Daha pekçok güzel vasıfları vardı. İlim tahsîlinde ilerlemek ve ilmine göre amel etmek arzusuyla dolup taştığı bir gecede şöyle bir rüyâ gördü. Çeşmeleri ve çimenleri olan güzel bir yerde etrâfı seyredip dinlenirken âniden bir mevlevî yiğidi görünüp; "Sizi Mevlânâ'nın Bostan'ına dâvet ediyorlar." dedi ve kayboldu. Uyanınca gördüklerine hayret etti. Kendi kendisine biraz düşündükten sonra, rüyâsında gördüğü o dinlen me yerine gitti. Orada aynen rüyâda gördüğü zâtı gördü ve peşinden yine kayboldu. Şeyh Muhammed Efendi bu hal üzerine artık bir an olsun gecikmeden Anadolu'ya geçti. Konya'ya varıp Mevlânâ hazretlerinin türbesini ziyârete gitti. Oraya varınca rüyâsında kendisini dâvet eden zâtı yeşil renkli mihrapta büyük dedesi Mevlânâ hazretlerinin rûhâniyetine teveccüh etmiş ve bu sebeple kendinden geçmiş bir vaziyette buldu. Fakat içeri girmesiyle birlikte; "Hoş geldin, safâlar getirdin." diyerek kendisine seslendi ve iltifatta bulundu. Bu zât Bostan Çelebi idi. Muhammed Efendi derhal Bostan Çelebi'ye talebe oldu. Allahü teâlânın ihsânı, hocasının himmet ve bereketiyle kısa zamanda yetişip icâzet, diploma aldı. Bostan Çelebinin sohbetlerin de ve ders halkasında böyle mânevî derecesi yüksek zâtların bulunduğunu İsmâil Ankaravî Rüsûhî Dede gazellerinde ifâde etmişlerdir.
Tüm İçerikler