Osmanlı padişahları, hastahaneler, mescitler, köprüler, âlimler, kadılar ve benzeri kamu yararı bulunan âmme hizmetlerini İslam hukukuçularından aldıkları fetvalara dayanarak, devlete ait bir kısım gelirleri bu tip hayır cihetlerine vakıf adıyla tahsis ederek yürütmüşlerdir. İslam hukukuna göre haracî arazi denen bir arazi çeşidinin gelirleri, beyt'ül-mal'il-harâc adıyla anılan bütçe faslında toplanır. Bu fonda toplanan gelirler, biraz önce saydığımız kamu hizmetlerine harcanır. Ancak eğitim hizmetleri, sağlık hizmetleri ve sosyal hizmetler gibi hayır cihetlerinden olan bu kamu hizmetlerine, İslamın emrine rağmen iktidardaki idareciler tarafından söz konusu gelirler harcanmazsa veya suiistimal edilirse, bu hizmetler nasıl yürüyecektir? İşte bu sorunun cevabı, Eyyubilerin değerli devlet adamlarından Nureddin Eş-Şehid ve Selahaddin Eyyûbî tarafından, İslam hukukçularına dayanılarak bulunmuştur. Buna göre, haracî arazi denen arazi çeşitlerinin devlet hazinesine ait olan gelirleri, daha sonraki iktidarlar tarafından maksadından saptırılmaması için, devletin devam ve bekâsının sebebi olan hastahane, medrese ve benzeri hayır hizmetlerine, vakıf adıyla tahsis edilebilecektir. Sadece devlet reisinin veya onun izniyle diğer yetkililerin yapabileceği bu vakıf tahsisler sayesinde, mezkûr kamu hizmetleri, kesilmeden ve iktidar değişikliklerinden etkilenmeden devam edecektir.İşte Osmanlı padişahları da, özellikle yeni fethedilen arazileri mîrî arazi ilan etmişlerdir. Mîrî arazi bir manada, mahiyet itibariyle haracî arazi demektir. Bu arazilerden devlete ait olan gelirleri, tahsisat kabilinden vakıflar adıyla hayır hizmetlerine tahsis etmişlerdir. Dünyanın ilk üniversitelerinden olan Fâtih Ünivesitesi'nin gelir kaynakları bu çeşit vakıflar olduğu gibi, Muhteşem Kanûnî'nin Süleymaniye Üniversitesi'nin gelirlerinin çoğu da bu çeşit vakıflardır.