Uzun seneler İngiltere’nin İstanbul’daki büyükelçisi olan Lord Paul Ricault, Sadrazamın daveti ile Eylül 1663’de Uyvar seferine gözlemci olarak katılmıştı. Sefer sırasında gördüklerini şöyle anlatır:“Gerek Veziriazamın, gerekse diğer büyük kumandanların otağ larına çadırdan ziyade saray demek doğru olur. Muhteşem ve harikul âde süslemeleri, çeşitli oda ve daireleri ile saraylardan fazla masraf edilmişti. Bu seyyar saraylar ve ağır kazıkları, parçalar halinde menzil den menzile taşınıyordu. Osmanlı ordusu günde 5-6 saat yürüyordu. Daha fazla yürüyüşe cebrî yürüyüş denir ki, fevkalade hallerde olur. Ordu ağırlıklarını at, katır ve develer taşır. Otağ kurucular ordudan daima bir menzil önde giderler. Otağ sahipleri bir menzile gelince otağlarını kurulmuş bulur lar. Her otağ çifttir. Biri kullanılırken diğeri bir menzil sonrasında kurulmaktadır. Sanıyorum bu muhteşem otağları Osmanlılar, ne kadar zengin ve kudretli olduklarını gösterip, düşmanın gözünü korkutmak için kullanıyorlar. Orduda düzen, tek kelime ile harikuladedir. İçki içen tek kişi yoktur. Gürültü, münakaşa, yüksek sesle konuşma duymak mümkün değildir. Bizim ordularımızdaki şamatadan eser yoktur. Her ülkenin halkı, Osmanlı ordusu geçerken endişe duymaz. Ordu, geçtiği yerlerde her şeyi para ile satın alır. Bizde olduğu gibi ordugâh, kızlarına sataşıldığı, malları yağma edildiği için şikayete gelen ana ve babalarla dolmaz. Bu düzen, Osmanlıları hep muzaffer kılmış ve imparatorluklarını muntazaman büytmüştür.Osmanlı ordugahları çok temizdir. En küçük çöp bile görülmez. Her çadırın yanına ihtiyaç için çukurlar kazılır ve ordu hareket eder ken çukurlar toprakla örtülür. Osmanlı ordugahları kadar temiz hiçbir şehir görmedim.Yazın sıcak günlerinde yürüyüş, gece saat 7’de nakliye katarları nın haretketiyle başlar. Veziriazam ve maiyeti, gece yarısını hemen takibeden dakikalarda atlara binerek orduyu harekete geçirirler. Bu suretle gündüz sıcağından kaçınırlar. Serin gecelerde yürüyüş tercih edilir. Bir aksaklık da olmaz. Zira her birliğin önünde öyle bol meşale yakılır ki, gökyüzü gündüz gibi aydınlanır. Meşaleciler ayrı bir sınıf teşkil ederler. Subaylarına da “Meşalecibaşı” denir. Belgrad’dan geçiyorduk. Genç Sırp kızları ordugaha, çeşitli mallar satmak için geldiler. Bayramlık elbiselerini giymişlerdi. Alımlı kızlardı. Getirdikleri malların hepsini sattılar. Osmanlı askeri, istedik leri ücreti münakaşa etmeden ödediler. Bu esnada kızların yüzlerine bile bakmadılar. Halbuki bunların asıl maksatları, kendilerini Osmanlı askerine beğendirmekti, mallarını değil. Hangi ülkeden geçtiysek, köylülerin, orduyu sevinçle karşıladığını gördüm. Zira Osmanlı ordusu geçtiği yerlere altınlar saçıyor, halk büyük paralar kazanıyordu. Ordu-yu Hümayun bu düzen içinde Edirne’den Uyvar’a (bugün Slovakya sınırları içinde) kadar geldi, Avusturya ordusunu yendi, yeni ülkeler fethetti ve geri döndü.”