Yıl bin dört yüz elli üç, mevsim bahar, ay Nisan
Geldi Bizans önüne genç Padişah Mehmed Han
İstanbul önlerinde kurdu karargahını
Ümit ve iştiyakla sürüyordu atını
Gürledi askerine: “Haydi göreyim sizi
Ya Bizans’ı alırız. Ya Bizans alır bizi”
Âlim ve evliyadan, kim varsa o gün şayet,
İstisnasız hepsini yanına etti davet
Yer aldılar herbiri Padişahın yanında
İstişare ederdi onlar ile anında
Nihayet harp başladı, hücuma geçti erler
Yalnız tek arzuyla çarpıyordu yürekler
O da Resulullah’ın dokuz yüz sene önce
Verdiği şu müjdeye kavuşmaktı hemence:
“Elbet Kostantiniyye fetholacak bir zaman,
O ne iyi erlerdir, o ne iyi kumandan”
Şöyle çarpıyordu ki, herkesin kalbi o gün
“Bizans Türk’ün olacak, müjdesi var Resulün”
Gemiler karalardan indirildi peş peşe
O gün Akşemseddin’e sordu ki şunu Fatih
“Acaba hangi günde nasip olur bu fetih?”
Buyurdu ki “gelince Mayıs Yirmidokuza
Geçin seher vaktinde, şu yerden taarruza
Fetholur Bizans o gün Allah’ın nusretiyle
O gün Kostantiniyye dolar ezan sesiyle”
O günün gecesinde bilcümle mücahidler
Abdestlerini alıp, bol bol dua ettiler.
Padişah, çadırında kendi de bizzat yine
Gözyaşları dökerek çok yalvardı Rabbine
Kıldılar cemaatle sabah namazlarını
Teftiş etti Padişah, hemen ordularını
Sonra hitap etti ki: “Ey benim gazilerim
Ben dahi sizin ile en önde harp ederim
Allah’ın yardımıyla bu Bizans bugün düşer
Haydi göreyim sizi, ya şehadet ya zafer”
Hücuma geçti erler, önde Padişah ile
Gökleri inlettiler, tekbir sadalarıyle
Büyük bir iştiyakla atıldılar ileri
“Ya İstanbul, ya Cennet” diyorlardı herbiri
Balyemez toplarının her bir gürlemesiyle
Yer yerinden oynardı Allah Allah sesiyle
Yerinde duramazdı, padişah heyecandan
İsterdi “Bitsin artık bu fetih geç kalmadan”
Ve lâkin köhne Bizans bir türlü düşmüyordu
Bu yüzden genç padişah sabırsızlanıyordu
Gönderdi bazısını hemen Akşemseddin’e
Sordurdu: “Gecikmenin hikmeti nedir?” diye
Ve lakin o gidenler geri dönüp geldiler
“Çadırı kapalıydı, giremedik” dediler
Bu sefer genç padişah kendisi gitti bizzat
Çadır sıkı sıkıya kapalıydı hakikat
Baktı bir aralıktan, kimse yoktu içerde
Endişe eyledi ki, “Hocam acep nerede?”
Merak ve heyecanla yine baktı bir ara
Gördü ki Akşemseddin çekilmiş bir kenara
Kuru toprak üstünde diz çökmüş oturuyor
Ellerini kaldırmış dua edip duruyor
Gözyaşları sel gibi akarken gözlerinden
O zamanın kutbunu istiyordu Rabbinden
“Yâ Rabbi! Bu zamanın kutbu hangi veliyse
Onu bu çetin günde, imdada gönder bize”
Padişah bu duaya “âmin” dedi içinden
Onun da yağmur gibi yaş aktı gözlerinden
Çadırdan ayrılarak gelirken ordugaha
Ordusunun önünde gördü bir ordu daha
Elbiseleri beyaz, yeşildi sarıkları
Görür görmez padişah tahmin etti onları
Önde beyaz atıyla nur yüzlü bir ihtiyar
O devrin kutbu olan Ubeydullah-i Ahrar
Hücum ediyorlardı, aşk ile hepsi birden
Bu hadise üstüne fazla vakit geçmeden
Ulubatlı Hasan da burçlara tırmanarak
Çıktı yüksek bir yere, pek çok yara alarak
Osmanlı sancağını dikti burcun üstüne
Sancak dalgalanırken o uçtu Cennetine
Açılan gediklerden mücahidler, gaziler
Girdiler içeriye, fetih oldu müyesser
Girmiş Ayasofya’ya, Bizans halkı korkudan
Ve kilitlemişlerdi kapıyı arkasından
Yirmibir yaşındaki genç padişah atıyla
Girdi surdan içeri, şerefiyle şanıyla
O gün Bizans Patriği kapandı ayağına
Zavallı kapılmıştı, öldürülür zannına
Lakin bilmiyordu ki, Osmanlı Türk’ü bunlar
Asla teslim olana yapmazlardı bir zarar
Onu yerden kaldırıp teselli etti hemen
“Korkma, Osmanlı Türk’ü zulüm yapmaz katiyen”