93 Harbinde, Plevne ordusu esir düşmeden önce, Balkanların öbür tarafında Rusların istilasına uğrayan Servi, Lofça gibi kasabalar ve köylerin Müslüman halkı kaçarak Sofya’ya gelmişlerdi. Ayrıca Plevne elden çıkınca, Osman Paşanın oradan çıkardığı Müslümanlar da yine canlarını Sofya’ya atmışlardı. Bunu müteakip düşman Orhaniye geçit lerini tutarak her taraftan Sofya’yı sarmıştı. Öte yandan Kumarlı’daki askerimiz bozguna uğramış, Sofya’da ise asker kalmamıştı. Oralarda zaten bir şaşkınlık ve rezalet içinde yığılıp kalmış olan yüzbinlerce Müslüman ailesine Sofyalılar da eklenince, mahşer yerini andıran bir manzara ortaya çıktı. Hadiseyi nakledenler, hakkıyla anlatmaktan aciz kalmışlardı. İşte o elem ve ıstırap dolu günlerde, artık devletin Sofya için yapacak bir şeyi kalmamıştı. “Düşman geliyor” sadaları bu zavallı halkın kulaklarını çınlatıyordu. Bu durum karşısında maneviyatları tamamen sarsıldığından, varlarını yoklarını yollara atıp çocuklarını da önlerine katarak, feryatlar içinde göç etmeye başladılar. Kışın olanca şiddetiyle hüküm sür düğü, her tarafın kar ve buzla kaplı olduğu bir zamandı. Nereye gideceklerini bilemeyen muhacirler, Sofya’yı Köstendil üzerinden Üsküp’e bağlayan anayolda toplandılar. O kadar kalabalık olmuştu ki, cadde üzerinde dört sıra konvoy teşkil eden arabaların hareket etme imkanı kalmamıştı. Bu sebeple bir araba dışardan konvoya girmek için 12 gün beklemiş ve binlerce insan bu yüzden arabalar içinde donarak ölmüştü. Mahmud Celaleddin Paşa, bu felaketi yaşayan birisinden duyduğu şöyle bir hadise nakleder; “Sofya dışındaki kabristanda bir muhacir kadın gördüm. Yanında iki kızı ve yedi sekiz yaşlarında bir oğlu vardı. Kadın etrafa seslenip, “Ben şu kızlarla başımın çaresine bakarım. Bu oğlanı benden alacak bir hayır sahibi yok mu?” dedi. O esnada biri “Ben kabul ederim” diye cevap verdi. Zavallı kadın, oğlanı ona doğru gönderirken ensesine şiddetli bir tokat indirdi. Orada bulunanlar, “Be kadın, niçin çocuğu dövüyorsun?” dediklerinde, “Ben artık onu ahirette göreceğim. Acısı yüreğinde kalsın da, yaşadığı müddetçe anasını unutmasın diye bu tokadı vurdum” cevabını verince, işitenlerin yüreği sızlamıştı. Esirlerin durumu ise, bundan çok daha feci idi. Balkanlar, tarihinin en büyük depremini yaşıyordu sanki. Plevne’yi kahramanca savunan, fakat sonunda esir düşen bu cengaver ordu, en kötü muamelelere maruz bırakılıyordu. 40.000’den fazla esir Türk askeri, Rus dipçiği altında, korkunç kış şartları altında, ayakları çıplak, üstleri açık ve aç bir halde, Bükreş’e doğru yürütülüyordu. Sıfırın altında 30 dereceye kadar düşen bir havada yürütül meye mecbur edilmek, ölüme mahkum edilmekti. Nitekim Plevne ile Bükreş arasındaki 200 kilometrelik yolda 5.000 kişi öldü. Daha sonra Ruslar, geri kalanları Sibirya içlerine kadar, aynı şekilde sürdüler. Bu yürüyüş sırasında da 25.000 kişi öldü. Savaştan sonra Osmanlı Hükûmetine iade edildiklerinde sayıları, ancak 10.000 kişi kalmıştı.