ARA
OSMANLI HİKAYELERİ
 Fatih, Rumeli Hisarı gibi, Bizans’ın boğazını sıkacak dev eseri, üçbuçuk ayda tamamladı. Başta kendisi olmak üzere bütün Vezirler sırtlarında taş taşıdı. Dürüstlükle, harcından çalınmadan yapılan eser, 550 senedir dimdik ayakta. 17 Ağustos’ta moloz yığını olan binaların mimar ve mühendisleri bundan ders almalıdır! Çeşitli yalanlarla suçladıkları fethin babası, din ayrımı gözetmeksizin Rum, Ermeni ve Yahudilere inanç ve icrai sanat hürriyetini tattıran insandır. 52 günlük bir muhasaradan sonra, Türk askerleri İstanbul surlarından, coşkun bir sel gibi akıyordu. Bizans halkı ise, ölüm korkusu ile Ayasofya’da toplanmışlar ve gaipten bir kurtarıcı bekliyorlardı. Zira yıllardır, Papazları onlara , “Türkler Ayasofya’ya kadar geldiklerinde, gökten bir melek inecek ve yanında getirdiği kılıcı, Bizanslı bir cengaverin eline verecek. Cengaver Türkleri bu kılıçla öldürecek” demişlerdi. Halk bu yalana kanmış ve savaşı bırakıp Ayasofya’da tir tir titreyerek, ağlaşarak “kurtarıcı meleği” bekliyorlardı. Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’ya gelip, bunlara “korkmayınız size hiç zarar verilmeyecektir. Herkes inanç ve ticaretinde serbesttir” deyince, Bizanslılar Fatih’in ellerine sarılıp, ayaklarına kapandılar... Fatih bu insanlara, din büyüklerinin nerede olduğunu sordu... Onlar da Patrik Gennadios’un, bugünkü Zeyrek tarafında bir manastırda hapiste olduğunu bildirdi. Sultan emredip, Gennadios’u getirtti. Ve huzuruna çıkarılınca, “Bundan böyle Ortodoksların Patriki sensin. Bunların din işleriyle meşgul olacaksın” diyerek eline “Patriklik işareti” olan bir de “asa” verdi. Ona Vezirlere (bakan) eş bir makam ile, Hazineden yüksek maaş bağladı. Gennadios, birkaç papazın da Animas zindanlarında bulunduğunu arzetti. Bunun üzerine o papazlar da kurtarıldı.  Sultan Mehmet, yeni gelen bu iki papaza sordu: “Neden zindana atıldınız?” Papazlar da “İmparator Kostantin bize Bizans’ın istikbali hakkında sorular sordu. Biz “Bu ahlaksızlık ve adaletsizlik devam ederse, çok sürmez Türkler burayı alır” dedik. İmparator bizlere pek kızdı. Süresiz olarak zindana attırdı. Senelerdir hapisteyiz” dedi. Fatih, papazlara “Peki benim İstanbul’u aldığımı biliyorsunuz. Bu İstanbul Türklerin elinde ne kadar kalır?” diye sordu. Papazlar Fatih’e “Efendim sizin idare tarzınızı ve adaletinizi tanımıyoruz. Şimdi bir karar verirsek yanlış olur. Bize izin verin bir müddet insanlarınızı ve idarenizi, memleketi gezip görelim size arz ederiz” dediler.  İzin verildi. Papazlar ülkeyi gezmeye çıktılar. Yolları Bursa’ya düştü. Orada bir mahkemeye vardılar. “Türklerin adalet dağıtımı nasıl?” diye merak ediyorlardı. Mahkeme kapalı idi. Kapıda bir köylü, hakimi bekliyordu. Hakim gelmedi. Böylece üç gün, köylü mahkemeye gelip eli boş döndü. Dördüncü gün hakim (Kadı) gelmişti. Köylü davasını hakime anlattı: Komşum filan kimse, haksız yere öküzümü öldürdü. Ödemesini istiyorum deyince, hakim köylüye “Evladım benim hastam vardı. Üç gündür izinli idim. Bugün izinim bitti. Ancak sen üç gün önce öküzünün parasını almalıydın. Bu benim suçum. Öküzünün parasını benim ödemem lazım” diyerek köylünün parasını ödedi. Papazlar şaşırıp kaldılar. Yeter göreceğimizi gördük diyerek İstanbul’a geri döndüler. Fatih’e rapor verdiler: “Türkler, bugünkü gibi adil ve müşfik davranırsa, İstanbul kıyamete kadar elinizden çıkmaz. Adaleti bıraktığınızda, sizin de elinizden çıkar” dediler. Fatih vezirine dönüp “Lala, görüyorsun! Bu söz haklı. Ferman edelim ki hiçbir devlet adamı halka zulmetmeye!” dedi. 
Tüm İçerikler