Haleb’de dünyâya gelen Hüseyin bin Ahmed el Mûsulî hazretleri, küçük yaştan îtibârenilim tahsîl etti. Zamânındaki âlim ve velîlerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. Mûsul’a gelip orada yerleşti. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek bir âlim ve tasavvuf yolunda olgun bir velî oldu. Bilhassa Şâfiî fıkhında âlim idi. İnsanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Onların dünyâ ve âhirette saâdet ve mutluluğa kavuşmaları için gayret etti. Pekçok kerâmetleri görüldü... Mekke-i mükerremede... Bu mübarek zat, ömrünün sonuna doğru hac ibâdetini yerine getirmek üzere Hicaz’a gitti. Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîflerini ziyâretle, feyizlerinden istifâde etti. Mekke-i mükerremeye gidip hac vazîfesini yerine getirdi. 1506 (H.912) senesinde Mekke-i mükerremede vefât edip orada defnedildi. İbn-i Hanbelî onun vefâtını şöyle anlatır: “Ben, Hüseyin bin Ahmed ile birlikte hacca gitmiştim. Mekke-i mükerremeye vardıktan sonra, Arafat’ta vakfeye durmuştuk. Beni yanına çağırıp; ‘Ben ömrümün sonuna geldim. Bu mübârek topraklardan gitmek istemiyorum. Sana vasiyetlerimi bildireyim’ buyurdu. Az zaman sonra da vefât etti. Lâkin o sene Mekke-i mükerremede çok su sıkıntısı vardı. Onun cenâzesini yıkamak için suyu nereden bulurum diye düşünürken, yanıma yüksek sesle konuşan birisi geldi ve; ‘Hüseyin bin Ahmed vefât mı etti?’ dedi. Ben; ‘Evet’ deyince; ‘Neden bu kadar düşünceli duruyorsun?’ diye sordu. Ben; ‘Yalnızım ve su sıkıntısı da var. Onun techîz ve tekfînini yalnız nasıl yaparım ve gasli için suyu nereden bulurum?’ dedim. O zaman bana; ‘Sen burada bekle ve ayrılma’ deyip gitti...
“Kim olduklarını anlayamadım!” Aradan biraz zaman geçince, bir de baktım, o kimse, ellerinde birer testi su ve kefen bulunan bir toplulukla berâber geldi. Yanıma gelir gelmez hazretin cenâzesini yıkamaya başladılar. Yakın bir kabristana kabrini kazıp, berâberce defnettik. Bana hepsi tâziyede bulunup yanımdan ayrıldılar. Onların kim olduklarını ve nereden geldiklerini anlayamadım.”