Ahmed Yekdest Cüryânî hazretleri, Muhammed Ma’sûm hazretlerinin yetiştirdiği yedi bin mürşid-i kâmilden biridir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1707’de Mekke’de vefât etti... ACI ÜSTÜNE ACI!..
Ahmed Cüryânî, ticâret için Cüryân’dan Hindistan’a gidiyordu. Yolda çoluk-çocuğunun tâûn (veba) hastalığından vefât ettiklerini haber aldı. Bu acı haberin etkisinde iken kervan eşkıyâ baskınına uğradı. Şakîler kervandakilerin bütün mallarını aldılar. Ahmed Cüryânî’nin mallarını aldıktan sonra sol elini bileğinden kestiler. Kendisine bu sebeple “tek elli” manasına “Yekdest” denildi...
Ahmed Cüryânî bütün bu sıkıntılara rağmen Rabbini zikrediyor ve sabrediyordu. Bu sabrı sebebiyle o gece rüyâsında Serhend’e gitmesi tavsiye olundu. Bu mânevî işâret üzerine Hindistan’ın Serhend şehrine geldi. Orada ikinci bin yılın yenileyicisi büyük âlim İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma’sûm hazretlerini tanıyıp ona talebe oldu. On bir sene hocasının yanından ayrılmayıp ona hizmetle şereflendi. Hocasının sevgi ve iltifâtlarına kavuştu. Sohbetlerinin bereketi ile tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi. Bundan sonra insanlara doğru yolu göstermek üzere Mekke’ye gönderildi. Mekke’de otuz dokuz sene bu vazîfeyi gördükten sonra orada vefât etti. Vefatından kısa bir zaman önce Resûlullah efendimizin kabrini ziyâret için Medine-i Münevvere’ye gitti ve yanındakilere şunları söyledi:
“O DERYÂDAN FEYZ ALIR...”
“Resûlullah efendimizin kabrini ziyâret eden kimse, dünyâ işlerini ve bu ziyâretle alâkalı olmayan her şeyi kalbinden çıkarır. Bunun için gayret gösterir. Bu gayrete, kalbinde, Resûl aleyhisselâmdan istimdâd, yardım isteme hâli meydana gelinceye kadar devâm eder... Mümkün olan nisbette kalbini uygunsuz düşüncelerden temizlemeye gayret ederek ve o huzurda bulunmaya layık olmadığını düşünerek, mahzûn bir gönülle, Resûlullah efendimizin af ve merhametlerinin genişliğinden ümitli olarak, O’nun kabr-i şerîfinde bizim bilmediğimiz bir hayat ile diri olduğunu, ziyâretine gelenleri, ziyâretçinin derecesi, hâli ve kalbine göre tanıyıp, yardım ettiğini ve daha bunun gibi şeyleri düşünerek ziyâret eder. Muhabbet ve bağlılığı nisbetinde o deryâdan feyz alır... İki cihân saâdetine kavuşmanın, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya bağlı olduğunu düşünerek, her hâlinde O’nun sünnet-i seniyyesine uymaya çalışır.”