Hâşim-i Keşmî, Hindistan’da yetişen evliyânın büyüklerindendir. Küçük iken, Hân-ı Hânân Abdürrahîm’in sohbetinde bulundu. Bunun vâsıtası ile Hâce Bâkî-billah’ın sohbeti ile şereflendi. Bu hocasının vefâtından sonra, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbeti ve hizmetine kavuştu.
“VİLÂYET-İ HÂSSA”YA KAVUŞTU...
Bu mübarek zat, evliyâlıkta, “Vilâyet-i hâssa” ismi verilen en yüksek makamlar ile müşerref oldu. 1032 (m. 1622) senesinde, izin alarak hacca gitti. 1050 (m. 1640) senesinde vefât etti.
Hâşim-i Keşmî anlatır:
“Mevlânâ Sıddîk bana şöyle anlattı: ‘Hâlinden zevk, vicdân, azâdlık, yalnızlık sâhibi olduğu anlaşılan, elbisesi eski bir dervişe rastladım. Bana; ‘Sen kimin talebesisin, kimin yolundansın?’ diye sordu. Ben de hazret-i İmâm’ın mübârek isimlerini söyledim. ‘Eğer kendilerinden büyük hârika gördüysen, anlat da dinleyeyim’ dedi. Ben de gördüğümü anlattım. ‘Ben senin hocandan bundan çok daha yüksek ve açık bir hârika gördüm, sana anlatayım da dinle’ dedi ve şöyle anlattı:
Hazret-i İmâm’ın yüksek sıfatlarını duyduğum zaman, kendisiyle görüşmek arzusu ile Serhend’e geldim. Şehre geldiğimde gecenin üçte biri geçmiş idi. Kendi kendime; ‘Bu vakitte onların hizmetçilerini rahatsız etmek doğru olmaz’ dedim ve mescidlerden birine girdim...
BÜYÜKLERİ İNKÂR EDEN BİRİ!..
Mescidin yanında oturan birisi, beni gördü. Gelip beni aldı ve evine götürdü. Çok ilgi gösterdi. Konuşma sırasında, kendisinden İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hâlini sordum. Konuşmasından anladım ki, onları inkâr edenlerden idi. Onları kötüleyerek söze başladı. Ben ise hayretler içerisinde kaldım ve çok üzüldüm. Senin üstâdının kalbine iltica eyledim. Aniden, İmâm hazretlerinin yalın kılıç içeri girdiğini gördüm. O kılıçla kendilerini kötüleyen münkiri parça parça ettiler ve dışarı çıktılar. Ben bu hâli görünce, korku içerisinde onların arkasından dışarı çıktım. Fakat onları göremedim. Bir daha o eve de giremedim. Ne olduğunu anlayamadım. Sabahleyin hazret-i İmâm’ın huzûru ile şereflenince, aynı titreme ve korku içerisinde idim. Boynuma sarıldılar ve tebessüm ettiler. ‘Geceleyin olanı, gündüzün söylemeyin’ buyurdular. Bu hâdiseyi, bugüne kadar senden başka kimseye söylemedim.”
Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî hazretleri vefat ederken buyurdu ki:
“O ölüm ki, ona yaşama derim...”