Şam’ın meşhur âlimlerinden Ahmed bin Ebü’l-Havârî, 780 (H.164)’de doğdu. Şam’da yaşadı. 844 (H.230) senesinde vefât etti. Otuz sene ilim tahsili yaptı. Ebû Süleymân Dârânî’nin talebesidir. Süfyân bin Uyeyne, Mervân bin Muâviye gibi zamânının âlimlerinin sohbetlerinde bulundu. Her birinden ilim ve edeb öğrendi. Ayrıca devrinin meşhûr âlimi ve Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel ile görüşüp, sohbet etti. Hanımı da evliyâ idi... Bu mübarek zat, tasavvuf ilminin ve hâllerinin her konusunda kıymetli ve güzel sözler söylemiştir. Ayrıca hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Zamânında bir mesele olduğu zaman müşkülleri hallederdi. Muhammed bin Ebü’l-Havârî adında bir kardeşi vardı. Kardeşi de tasavvufta onunla aynı derecede kıymetli bir zâttı. Bütün âilesi verâ ehli ve takvâ sâhibi kimselerdi. Ayrıca hanımı Râbiat-üş-Şam adında evliyâ bir kadın olup, ismi ve hâlleri tabakât kitaplarında zikredilmiştir. Zamânının meşhûr velîlerinden Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri onu methetmiş ve hakkında “Ahmed bin Ebü’l-Havârî, Şam şehrinin güzel kokulu bir çiçeğidir” buyurmuştur. Kendisi anlatır: Bir gün Şam’ın mezarlığına girdim. Orada kapısı olmayan bir kubbe vardı. Fakat bir açık yerini bularak oraya girdim. Bir süre sonra bir kadın kapı çalar gibi kubbeye vurdu. Ben de ona “Sen kimsin, böyle kubbeyi çalıyorsun?” deyince bana “Senden bir yol öğrenmek istiyorum” dedi. Ben de ona “Hangi yolu soruyorsun?” deyince “Ben senden kurtuluş yolunu soruyorum” dedi. Ben ona, “Kurtuluş yolu öyle bir yoldur ki, üzerinde cezalar, azaplar, engeller vardır. Kurtuluşa ancak iyi muamele ve dünyâ işlerini bırakıp âhiret işleriyle uğraşmakla ulaşılabilir” dedim.
“Hakiki şifaya kavuştu” Kadın bunu duyunca çok şiddetli ağlamaya başladı. Bir süre sonra düşüp bayıldı. Bu anda oraya gelen kadınlara ona bakmalarını söyledim. Baktıklarında kadının ölmüş olduğunu anladılar. Onlara “Bu kadın kimdir?” dediğimde “Kureyşli bir hanımdır. Uzun süreden beri kendini yemek içmekten men etmiştir. Bundan dolayı çok hastalandı. Ona bir şey söylendiği zaman ‘beni tabibimle baş başa bırakın. O beni iyi eder, derdi’ dediler. Ben bunun üzerine “Hakîkaten tabîbi onu hakîki şifaya kavuşturdu” dedim.