İdris-i Muhtefî hazretleri, İstanbul evliyâsındandır. İsmi Ali’dir. Halk arasında Hacı Ali Bey diye bilinir. Terzilik mesleğiyle meşgûl olduğu için “İdris”, kendi hâllerini ve yakînlerini insanlardan gizlediği için “Muhtefî” lakaplarıyla anılmıştır.
“ŞEYTAN ARKADAŞIN OLUR!”
Aslen Rumeli’deki Tırhala’dan olan İdris-i Muhtefî hazretleri, 1615 (H.1024) senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabri, Kasımpaşa’da Kulaksız Câmii karşısında Okmeydanı’nın Haliç Tersânesi’ne bakan kısmındadır. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
“Arkadaşlarından ayrılma, yoksa yolda kalırsın veya dalâlete saparsın! Topluluktan ayrılan helâk olur. Tek olarak yola çıkma. Çünkü şeytan arkadaşın olur. Yolun başlangıcında olanlar âmâ gibidir önünü göremez. Her an bir tehlike ile karşı karşıyadır. Kendisine yol gösterecek birine ihtiyâcı olduğu gibi, tasavvuf yoluna yeni girenin de yol göstericiye o kadar ihtiyâcı vardır. Kâmil bir hocanın elinde terbiye olunan bir insan, kısa bir süre içerisinde maksadına kavuşur. Bunun misâli dağlardaki meyveler ile bahçelerdeki meyvelerdir. Yâni dağlardaki ağaçların meyveleri terbiye ve bakım görmedikleri için geç olgunlaşır ve tatlı olmazlar. Fakat bostanlarda bahçıvanların bakımıyla yetişen ağaçların meyveleri hem kısa zamanda olgunlaşır hem de çok lezzetli olur.”
Kassâm (vefât eden kimselerin mîrâslarını taksim eden kimse) Kâtibi Mustafa Efendi anlatır:
HÂLLERİNİ HEP GİZLEDİ...
“Bir gün mahallemizden bir kimse Kassâm Mahkemesine gelerek; ‘Semtimizde bir kimse vefât etti. Geride bıraktıklarının yazılmasını istiyorum’ dedi. Kassâmdan bir kâtip istedi. O semtte olduğum için kassâm beni bu işle vazîfelendirdi. O kimse ile birlikte gittik. Meğer bu kimse, İdris-i Muhtefî imiş ve vefat eden de kendisi imiş. O zamâna kadar kapısının açıldığını görmediğim ve sâhibini bilmediğim bir eve gittik, orada vezirlerden, âlimlerden ve ileri gelenlerden pekçok kimse olduğunu gördüm. Ayrıca onların hizmetinde bulunan hûrî ve gılmân ise bir mahalle halkından fazlaydı. Her cins mal bir tarafa ayrıldı. Ayrıca bâzı yazılı belgeler çıktı. ‘Bunlar nedir?’ diye sorduğumda; ‘İdris Efendinin geriye bıraktıklarındandır’ dediler. ‘Ömrümüz boyunca yakınımızda olup da hiç görmediğimiz zâtın eşyâlarıdır’ diye hayretimizi belirttik. Bu derece yüksek olmasına rağmen hal ve kerâmetlerini gizlediğine şâhid olduk...”