Şeyh Abdülhay Celvetî hazretleri, Anadolu’da yetişen evliyâdandır. Edirne’de doğdu. Babası Celvetiyye tarîkatı şeyhlerinden Saçlu İbrâhim Efendidir... Babasının Edirne Selîmiye Câmii vâizi iken 1660’ta vefâtı üzerine, bu câminin vâizliğine ve tekke şeyhliğine tâyin edildi. 1686’da İstanbul’un Kadırga semtindeki Sokullu Mehmed Paşa Zâviyesine, iki sene burada kaldıktan sonra, Eminönü Yeni Câmi vâizliğine getirildi. 1691’de Aziz Mahmûd Hüdâî Tekkesine şeyh olarak tâyin edildi. Bu vazîfesinde ömrünün sonuna kadar kaldı. 1705 (H.1117) senesinde vefât etti. Aziz Mahmûd Hüdâî Tekkesinin yakınında Halil Paşa Türbesine, Halil Paşazâde Mahmûd Beyin yanına defnedildi... GERÇEK KARDEŞLİĞİN İCÂBI
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
“Şu üç husûs, gerçek kardeşliğin icâblarındandır: Birincisi, hasta oldukları zaman, birbirini ziyâret etmek. Sıkışıp, daraldıkları zaman birbirine yardımcı olmak. Bir şeyi unuttukları zaman birbirlerine hatırlatmak.”
“Muhakkak ki her şeyin bir kestirme (yakın) yolu vardır. Cennetin kestirme yolu da cihâd yapmaktır.”
“En güvendiğim amelim olarak ilim öğretmemi, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını insanlara anlatmamı görüyorum.”
“Cehennemin yedi kapısı vardır. Bunlardan en pis kokan, ateşi en şiddetli olan, haram olduğunu bildikten sonra zinâ yapanlara ait olandır.”
“Her insanın amelinin, en üstünü, efendisi vardır. Benim amelimin en üstünü, Allahü teâlâyı anıp, hatırlamamdır, Allahü teâlâyı anmak, kalbin cilâsıdır.”
ÖNCEKİLER VE SONRAKİLER...
“Gaflete dalan, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ve ahireti unutan insanlar arasında Rabbini ananların hâli, Allah yolunda savaşanların hâline benzer. Allahü teâlâyı ananlar arasında, dünyâya dalanların hali, savaş meydanından kaçanların hâli gibidir.”
“Sizden öncekiler, âhiret işleriyle uğraşıp, sadece artan zamanlarını dünyâ işlerine harcarlardı. Siz ise bugün hep dünyâ işiyle uğraşıyor, eğer zaman kalırsa âhiret işlerini yapıyorsunuz.”
Şeyh Abdülhay Celvetî hazretleri, vefatına yakın buyurdu ki:
“Biri gelip, Ka’b-ül-Ahbâr hazretlerine ‘İlâcı, tedavisi olmayan hastalık nedir?’ diye sordu. Cevabında ‘ölümdür’ buyurdu...”