İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri, 731 (H.113) senesinde Kûfe’de doğdu. 798 (H.182) senesi Bağdât’ta vefât etti... Ebû Yûsuf hazretleri yetim olup fakir bir âilenin çocuğu olmasına rağmen, İmâm-ı A’zam’ın derslerine büyük bir gayretle devâm etti. İmâm-ı A’zam hazretleri, onun keskin zekâsını görüp derslere devâm etmesi için fakir olan âilesinin geçimini de kendi üzerine aldı. Ailesini rahatlıkla geçindirip ilme yönelmesi için ona devamlı yardımda bulundu. İctihâd makamına yükseldi... Ebû Yûsuf, İmâm-ı A’zam’ın derslerine on yedi sene aralıksız devâm edip, ilimde yüksek dereceye ulaştı ve müctehid oldu. İmâm-ı A’zam’ın fıkhını ve mezhebini yayan talebelerinin başında geldi. Bu hususta ilk kitap yazan da odur... Talhâ bin Muhammed bin Câfer der ki: “İmâm-ı A’zam hazretlerinin ilmini yeryüzüne yayan Ebû Yûsuf’tur.” Ebû Yûsuf, hakkında âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf (nass), bulunmayan bir meseleyi hükme bağlarken önce hocası İmâm-ı A’zam’ın ictihâdına bakar, bulursa ona göre hüküm verirdi, bulamazsa kıyas ve kendi reyi ile hareket ederdi. Bu hususta da hocasının koyduğu usûl ve kâidelere bakarak meseleyi hükme bağlardı. Bir gün İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri çok hasta olmuştu. Birisi gelip İmâm-ı A’zam’a Ebû Yûsuf’un öldüğünü söyledi. İmâm-ı A’zam; “O ölmedi” buyurdu. “Ölmediğini nereden bildiniz?” dediklerinde; “İlme çok hizmet etti, meyvelerini toplamadan ölmez” buyurdu. Hakîkaten ölüm haberinin doğru olmadığı anlaşıldı. İlmi, üstünlüğü ve talebeleri her tarafa yayılıp, meyvelerini topladı...
“Haram yemediğimi sen bilirsin...” Muhammed bin Cemâe anlatır: Ebû Yûsuf hazretleri vefât etmezden az önce şöyle dua etti: “Yâ Rabbî! Kullarının arasında bile bile hükümde zulüm ve adâletsizlik etmediğimi sen bilirsin? Senin kitâbına ve Resûlünün (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uygun ve muvafık olmak üzere ictihad hüküm eyledim (verdim). Bulamadığım şeyde seninle benim aramda vâsıta, vesîle Ebû Hanîfe hazretlerini kıldım. Çünkü o şeyi o meseleyi ondan daha iyi bilen olmadığını biliyorum... Yâ Rabbî! Nâmahremle, yabancı kadınlarla bir arada bulunmadığımı ve bir gümüş bile olsa haram yemediğimi sen bilirsin...”