Sa’düddîn-i Kaşgârî’nin, Alâeddîn adında bir talebesi vardı. Anne ve babasından bir mektup geldi. Onu, memleketinden bir kızla evlendirmek istiyorlardı!..
Sa’düddîn-i Kaşgârî hazretleri Türkistan’ın büyük velîlerindendir. Bu gönüller sultanı, Kaşgarlı olup, Nizâm-ı Hâmûş’un talebesi ve Molla Câmî’nin hocasıdır. Bu mübarek zat, bir sohbetinde buyurdu ki: “HER NEFESTE BİR HAZİNE!..”
“Bir insanda bir kalb vardır. Oraya sâdece Allahü teâlânın sevgisi doldurulmalıdır. İnsan, her nefeste bir hazîneyi kaybeder. Ancak cenâb-ı Hakk’ı hatırladığı zamanlar bu hazîne kaybolmuş olmaz. Bu şuur insanda hâkim olunca, Allahü teâlâdan utanma duygusu da berâber gelir ve gafletten uyanır. Gönül, cenâb-ı Hakka yöneldiği zaman, içinde bir pencere açılır ve o pencereden, ilâhî feyz nûru girer. Bu nûr, doğudan batıya kadar her zerreye hayat verir. Yalnız penceresiz olan evler nasîbini alamaz. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, dünyâ düşüncelerinin kalbe yerleşmesidir. Bu düşünceler, kötü arkadaşlardan ve lüzûmsuz şeylerle uğraşmaktan hâsıl olur. Çok uğraşarak bunları kalbden çıkarmalıdır. Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlerin, bunlardan ve hayâli arttıran her şeyden sakınması lâzımdır. Çalışmayan, sıkıntıya katlanmıyan, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nîmeti ihsân etmez. Bu, Allahü teâlânın âdetidir...”
Sa’düddîn-i Kaşgârî’nin talebelerinden Alâeddîn anlattı: “Bir gün memleketimde bulunan anne ve babamdan mektup geldi. Beni evlendirmek için bir kız bulduklarını, acele gelmem îcâb ettiğini yazıyorlardı. Fakat böyle bir dâveti annem-babam yaptığı için üzüldüm. Bir ara hocam beni üzgün görünce sebebini sordu. Durumu anlatınca; ‘Mâdemki annen ve baban çağırıyor, hemen gidiniz’ buyurdu. Hocama vedâ ederek memleketime gittim. Söyledikleri kızla evlendim. Annem ve babam beni senelerce bırakmadılar. Her gün hocamı hatırlar, gözlerimi yumup onu düşünürdüm. Bu yönden hiç gaflete düşmüyordum...
RÜYADA HEDEFİ BULAN OK!..
Memlekette, bir hükümet memuru bize zulmediyordu. Zulmünde aşırı gittiği bir gün; ‘İmdâd yâ mübârek hocam!’ diye yardım istedim. O gece rüyâmda hocamı gördüm. Elinde bir yay ile ok vardı. Oku yaya yerleştirip o memura fırlattı. Ok, o zâlimin göğsüne saplandı. Uyandığımda artık ondan kurtulacağımı anladım. O günden sonra memur bize gelmez oldu. Araştırdığımda, ânî olarak göğsüne bir ok saplandığını ve öldüğünü öğrendim.”