İbn-i Hafîf hazretleri, zâhir ve bâtın ilminde zamânının en meşhûr âlimi ve büyük velîsi idi. Dünyaya hiç değer vermezdi. Çok cömertti. Bütün malını dağıttı... Kendisi şöyle anlatır: İP VE SU KOVASI!..
Tasavvufta ilerlediğim ilk sıralarda hacca gitmek için yola çıktım. O zaman kendimi bir başka görüyordum. Bağdât’a geldiğimde, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini bile ziyâret etmedim. Çöl yoluna çıktığımda çok susamıştım, yanımda bir ip ve su kovası vardı. Bir kuyu gördüm. Bir ceylan bu kuyudan su içiyordu. Kuyunun başına geldim ve suyun dibe çekildiğini gördüm. Susuzluğa dayanamayarak; “Yâ Rabbî! Bu kulunun şu ceylan kadar da mı değeri yoktur?” dedim. Sonra bir ses duydum: “O ceylanın yanında, ipi ve kovası yoktu. O bize güveniyordu.” Bunun üzerine ipi ve kovayı attım ve yoluma devâm ettim. Bir süre gittikten sonra yine bir ses; “Ey İbn-i Hafîf! Biz seni nasıl sabredeceksin diye imtihan ettik. Şimdi geri dön ve suyunu iç!” dedi. Geri döndüğümde, kuyunun ağzına kadar dolu olduğunu gördüm ve suyumu içip abdest aldım. Medîne’ye varıncaya kadar hiç susamadım...”
“EVİMİ NURLAR KAPLADI!”
Yine kendisi şöyle anlatır:
“Horasanlı bir genç, hacılara yoldaşlık ediyordu. Şirâz’a gelince hastalandı. Yanımızda sâlih bir zât ile hanımı vardı. O genci, bakmaları için onların evine gönderdim. O zât, bir gün ansızın geldi. Rengi değişmişti. Bana; “Allahü teâlâ ecrini yükseltsin. O genç vefât etti” deyince, ben; “Senin rengin niye böyle değişti?” diye sordum. “Genç dün gece bize, benim yanımdan ayrılmayınız. Bu gece benim işim tamamdır” dedi. Ben de evde bulunan yakınıma; “Gecenin ilk yarısı sen başında bekle, gecenin ikinci yarısı ben bekleyeyim” dedim. Nöbet sırası bana geldiğinde seher vaktine kadar gencin durumunu kontrol ettim. Bir ara uyuya kalmışım. Âniden bir ses; “Uyuyor musun? Halbuki Allahü teâlâ senin evine, akıl almaz şeyler göndermiştir” dedi. Titreyerek uyandım. Evimde birtakım sesler ve muazzam nûrânî bir aydınlık vardı. O genç, son nefesini vermek üzereydi. Elini ayağını uzattım. Genç, rûhunu teslim etti” diye anlattı. Bunun üzerine o zâta; “Bunları kimseye söyleme” dedim. Sonra techiz ve defin işleriyle uğraştık.”