Alışveriş yerlerine verilen isim. Alışveriş edenleri güneş ve yağmurdan korumak için üstü kârgir veya ahşaptan yapılanları da vardır. Aslı Farsça’da alışveriş yeri mânâsına gelen bâzar’ın yanında yine bu dilden gelen Çarşı (Çar-şû = dört taraf) ve Panayır kelimeleri de kullanılmıştır. Araplar, pazar ve panayır için sûk kelimesini kullanmışlardır.
İslâmiyet’ten önce, Mekke ve Medîne alışveriş merkezi idi. Bölgenin, Habeşistan, Şam ve Yemen arasında bulunması, ticâret kervanlarının uğrak yeri olmasına sebeb oldu. İslâmiyet’ten önce Kureyş için, ticâret, pazar ve panayırların önemi pek büyüktü. Senede; kışları, Yemen, yazları da, Şam’a olmak üzere iki defa kervan çıkarırlardı. Resûlullah efendimizin mübarek dedeleri; Abdülmenâf’ın oğullarından Hâşim, Şam’a; Abdüşems Habeşistan’a; Abdülmuttalib, Yemen’e; Nevfel de İran’a kervan sevk eder ve ticâretle uğraşırlardı. Kureyş kervanları, San’a pazarlarından buhur ve güzel kokular alıp, Akdeniz kıyılarına taşırlar, Dımeşk (Şam), Busra çarşı ve pazarlarından, buğday, zeytinyağı, bakliyat, kereste ve başka mallar yüklerlerdi.
Kabe’yi ziyarete gelen hacılar ve tüccarlar vasıtasıyla Mekke pazar ve panayırlarının şöhreti her yere yayılmıştı. Zilkade başında Ukaz panayırı kurulur, her taraftan yüzlerce insan gelir, oldukça hareketli bir ticâret hayâtı yaşanırdı. Kureyş bu sebeple çok zengin olmuştu.
Resûlullah efendimiz, daha on iki yaşında, ticâretle uğraşan amcası Ebû Tâlib’le birlikte Busra pazarlarına gitti. Yine yirmi beş yaşında Meysere ile hazret-i Hadîce’nin kervanıyla, onun ticâret işlerini tedvir için, Suriye taraflarına gitti ve alışveriş yaptığı pazarlardan görülmedik kazançla döndü. Peygamber efendimiz hicretten sonra Medîne-i münevverede müslümanlar için bir pazaryeri tahsis etmek istediler. O vakitler, burada Benî Kaynuka ve Medîne çarşısı olmak üzere, iki alışveriş yeri vardı. Resûlullah efendimiz önce Benî Kaynuka, sonra da Medîne çarşısını teşrif buyurdular. Buraları dolaştıktan sonra, mübarek kadem-i şerîflerini yere vurup; “Burası pazar yerinizdir. Alış verişte birbirinizi rahatsız etmeyin. Bac ve haraç almayınız” buyurdular. İbn-i Zübâle’nin bildirdiğine göre; Resûlullah efendimiz iyi bir pazar yeri tesbiti için, Benî Sâide mahallesini teşrif buyurdular. Toplanan Benî Sâide’ye hitâb ederek; “Sizden bir ricada bulunmak için buraya gelmiş bulunuyorum. Sizin (eski) bir kabristanlığınız var. Orasını genişletip, çarşı ve pazar olarak kullanmanızı istiyorum.” buyurdular. Benî Sâide halkı, mennûniyetle, eski kabristanlıklarını bu iş için vermeye hazır olduklarını bildirdiler. O zaman Resûlullah efendimiz; “İşte pazar kuracak çarşınız burasıdır” buyurarak, mübarek kadem-i şerîflerini o yere vurup çarşının hududunu tesbit ettiler. Böylece, Benî Sâide kabristanlığı pazar için elverişli bir yer hâline getirildi ve pazar kuruldu. Benî Sâide kabristanlığı, Ebû Zi’b’in doğu tarafında bulunuyordu. Resûlullah efendimizin arzu buyurdukları çarşının cihetlerinin isimleri; Mûsâllâ-yı Iyd, Sa’d bin Ubâde Sebîli’nin aralığı, Sa’d bin Ubâde Sebîli ve Seniyyet-ül-Vedâ idi. Bakî-yül-hayl mevkii de bu sınırların içinde bulunuyordu.
Resûlullah efendimizin tesbit ve tâyin buyurdukları bu çarşılar, Emevî halîfesi Abdülmelik bin Mervân zamanına kadar devam etti. Medîneli müslümanlar, alış-verişlerini bu çarşılarda yaptılar. İbrahim bin Abdülmelik ve kardeşi Hişâm bin Abdülmelik’in hilâfeti zamanında 724 (H. 106) burayı satın aldı. Çarşıya bakan evlerin pencere ve kapılarının kapatılarak başka yerlerden açılmasını bildirip, pazarın etrafına bir çok ev ve dükkân yaptırarak kiraya verdi. Kiracıların gelip geçmelerini kolaylaştıracak yol ve kapılar yaptırdı. Daha sonra Hişâm bin Abdülmelik’in vefatında bu evler yıkılıp, evvelki hâline getirildi ve çarşı bir müddet bu hâl üzere kaldı. Asr-ı seâdetten uzaklaşıldıkça Belde-i Tâhir yâni Medîne-i münevvere çok genişledi. Mahalleler kuruldu. Bu mahallelerde pazar kurulmak ihtiyâcı doğdu. Zamanla, on bir mahallede pazar kuruldu. Medîne halkı, bu pazarları bâzı isimlerle andılar. Fakat bunların bâzısı muntazam dükkânlar ve pazarlar değildi. Bir kısmında, tahta sehpâlar üzerinde çeşitli eşyalar satılan geçici dükkânlar vardı.
Medîne-i münevvere halkının gidip geldiği çarşı ve pazar isimlerinden bâzıları şunlardır:
Sûk-ul-Habâbe: Bu çarşı, Medîne çarşılarının en büyük ve muntazamı idi.
Sûk-ut-Temmâre: İkinci derecede bir çarşı idi. Habâbe çarşısı yanında olup, hurma bu çarşıda satılırdı.
Sûk-us-Semâre: Yağcılar ve Sûk-ur-revvâse parçalar çarşısı olup, bunlar birbirine bitişik idi. Fakat halk burayı bir çarşı biliyordu. Çardak şeklinde dükkânları vardı.
Sûk-ül-Feletiyye: Ot, sahtiyan, ip, kömür, odun ve bunlara benzer şeyler burada satılırdı.
Sûk-ul-Hudâriyye: önceki çarşılar bitişiğinde olup, yeşillik yâni sebze satılırdı.
Sûk-ul-Hizâre: Kasapların bulunduğu bu çarşıda ayrıca koyun alışverişi yapılırdı.
Sûk-ul-Attâre: Kasaplar pazarı karşısında uzun bir pazar olup, Attariyye çeşitleri ile kumaşlar, tütün, tönbeki v.s. şeyleri burada satılırdı ve çarşıda iki kahvehane vardı.
Sûk-ul-Baytariyye: At pazarı olan bu yerde, aynı zamanda bakır alışverişi de yapılırdı.
Sûk-ul-Berşîm: Yonca otu satılan pazar idi.
Sûk-ul-Fettârîn: Börekçiler ve aşçılar bu pazarda bulunurdu. Dükkânlarda al iş-ver iş yapıldığı gibi, açıkta da alışveriş yapılmakta idi.
Sûk-üddilâl vel-Hardeciyye: Eskiciler yâni bit pazarı idi.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin; “Rızkın onda dokuzu ticârettedir” hadîs-i şerîfini düstur edinen müslümanlar, gittikleri yerlerde de ticâretle uğraşıp, yeni çarşı ve pazarlar kurdular. Hele müslümanlârın Suriye, Mısır, Kuzeybatı Afrika, daha sonra da Endülüs ve Sicilya’yı fethetmeleri, ticarî faaliyetleri çok geliştirdi. Müslüman tüccarların, doğu-batı arasında mekik dokumaları, ticâret mallarının taşınıp, ticarî ahlâkın yayılmasına sebeb oldu.
Akdeniz’deki bâzı sahil şehirleri önemli pazarlar hâline geldi. Halîfe Mu’tasım’ın tahkîm ettiği Antakya, Suriye ticâret yollarının ve kavşak noktalarının en önemlisi idi. İskenderiye doğu-batı arasında önde gelen bir pazar durumuna geldi ve şehrin pazar ve çarşılarından Avrupa’ya mal gönderildi. Mehdiyye limanı, ticâret merkezi idi. Eyle, Kulzüm ve Cidde, Kızıldeniz üzerinde bulunan önemli limanlardı. Ticarî liderlikte birbirleriyle yarışan Bağdâd ile iskenderiye, dünyâ pazar ve çarşı piyasasında satılan eşya fiyatlarının tesbitinde mühim rol oynadılar.
Müslümanlar, bu ticâret merkezlerinde çarşı, pazar ve panayırlar kurmayı âdet edindiler. Sattıkları malların cinslerine göre, her grup tüccar bu pazarlarda sergiler açıp; bütün gün alışveriş yaptıktan sonra, bunları toplayıp, kaldıkları yerlere döndüler.
Doğu ve batı ticâret yollarının uğrak yeri olan Basra da, İslâm dünyâsının belli başlı ticâret merkezlerinden biri idi. Küfe yukarı Irak’ın ticâret merkezi olduğu gibi, Dımeşk (Şam) da müslümanlarca fethedilmeden önce önemli bir ticâret şehri idi. Abbasîler devrinde ticârette önemli adımlar atıldı. Tüccarlar için çarşı ve, pazar yerleri kuruldu. Bağdâd birinci derecede bir ticâret merkezi oldu. Abbasî halîfesi Mensur, Bağdâd’ı Dicle kenarında kurduktan sonra, güneyindeki Herat ve Kerh semtlerinin temelini atarak şehrin çarşılarını oraya nakletti. Her. sınıf meslek için özel bir çarşı kurdurdu. Atlarlar, Demirciler, Marangozlar, Çiçekçiler, ve Kasaplar çarşısı bunlardan bâzılarıdır. Halîfe Mensûr’un buradaki çarşılar düzenlenirken; “Kasaplar çarşısını en uca yapın. Çünkü onların işleri tehlikelidir ve ellerinde kesici âletler vardır” diyerek bu çarşıyı en sona yaptırdığı rivayet edilmektedir.
Abbâsîlerin ilk devrinde, Basra da önemli ticâret merkezlerinden idi. Kitâb-üt-tabassur bi’t-ticâre adlı eserde; “Basra’nın, Bağdâd’ın en büyük kapısı olduğu, dünyânın dört bir tarafından getirilen malların girişinin buradan yapıldığı bildirilmektedir. Ayrıca burası, gelen kafile ve kervanların uğradığı ve tacirlerin konduğu bir yer idi. Busebeble burada atölyeler, san’at ve sân’atkârlar çoğaldı. Arablarla başka milletlerden olanların buluşup görüştüğü bir yer oldu.
Ticâret merkezlerindeki pazarlar, haftanın belirli günlerinde kurulurdu. Mısır, Suriye, Ürdün, Filistin ve Mağrib şehirlerindeki dükkânlar, caddelerin iki tarafında dizilirdi. Aynı yerde sıralar hâlinde ve toplu bir şekilde hanlar yapılmıştı. Tüccarlar, korkusuzca gelir eşyalarını hanların alt katlarına koyarlar ve üst katlarında yatarlardı. Çarşı ve depolara Fenâdık veya Keyâsîr denirdi. Hazret-i Ömer’in Kutbet-üs-Selâm lakabını verdiği Basra’da her çeşit meyvenin bulundurulduğu Dâr-ül-bıttîh denilen bir takım depolar da vardı.
Batıdaki müslümanların kurduğu pazarlarda, meselâ Fas’ta Karaviyyin Camii etrafını saran çarşılar yapıldı. Bunlardan biri Sûk-ul-udûl idi. Dükkânların bir kısmı cami avlusuna bitişik olup, diğerleri çarşının karşısında idi. Cami yanında bir çok kitap dükkânları sıralanırdı. Ayakkabıcılar ve bakırcılar ayrı bölümlerde yer alırdı. Meyveciler çarşısı caminin batısındaki cümle kapısı karşısında bulunurdu. Ayrıca; Mumcular, Çiçekçiler, Sütçüler çarşısı, ile urgan ve halat satan İpçiler, Saraçlar, Çömlekçiler ve Çantacılar çarşısı da vardı. Bu çarşı yanında Nakipler çarşısı ile muhtesib ve yardımcılarının dâiresi, sebzeci, meyveci, balıkçı, kebabçı ve börekçilere ait çarşılar yer alırdı. Başta Fas olmak üzere batıdaki şehirlerde, zeytin yağı, tereyağı, zeytin ve limonun satıldığı yağ pazarlarıyla, tavuk, sabun, un, tulumbalar, eğerler, oklar, ipekli dokumalar, süs eşyaları, yün örtüler, elbiseler ve başka eşyaların satıldığı çarşılar da vardı. Bu çarşı ve pazarlarda para olarak; dinar ve dirhem kullanılırdı.
Ticâret merkezi olan liman şehirlerinde mallar, gümrük binasına nakledilir ve devlet görevlilerince fiyat biçilirdi. Zamanla Avrupalı tüccarların önemli ticâret merkezlerinde han yapmalarına izin verildi. Bu limanlarda, Avrupalı her koloni için özel hanlar vardı. Avrupalı tüccarlar, kendilerine mahsus hanlarda kalıp, mallarını orada muhafaza ederlerdi. Bu hanlarda onlar için ibâdet yerleri, ekmek fırını, hamam v.s. vardı. Her hanın Fundukî adlı yöneticisi, hükümete karşı mes’ûl idi.
Müslüman tüccarlar da, kendilerine ayrılan yerlerde kalırlardı. Mısır’da bulundukları sürece; otel ve eşyaları için depo olarak kullanabilecekleri hanlarda (vekâle) kalırlardı. Suriye, Ürdün, Filistin, Irak ve Hicaz’da yapılan bu çeşit hanlar yerli tüccarlarla tanışıp, yakınlık kurmalarına vesîle olan yerler idi.
Kayseriyye denilen çarşılar, büyük bir kapıyla kapatılan büyük hanlar şeklinde idi. Bu hanı, sıra sıra dükkânlar ve odalar kuşatırdı.
Mısır’daki Fustat çarşılarında, nefis, yemekler, güzel ve temiz katıklar, ucuz tatlılar, bol mikdârda muz ve taze hurmalar bulunurdu. Buralar; havaları temiz, suları tatlı ve bakliyat bakımından zengin yerler idi. Fustat çarşıları intizamlı ve temizdi. Caddelerin etrafında çeşitli eşya satan dükkânlar ve hanlar sıralanmıştı. En meşhûr çarşısı Sûk-ul-Kanâdil idi.
Seyyahlar, kurulan bu şehirlerdeki çarşı ve pazarların her yönden temiz, tertipli ve müslümanlar için iftihar vesîr leşi olduğunu zikretmişlerdir.
Trablus, Beyrut, Sûr ve Akkâ şehirleri de Akdeniz’in ticâret merkezleri olup çarşıları çok zengindi.
Abbasîler devrinde müslüman tüccarlar, Hindistan’a, oradan Şanghay’ın güneyindeki Hunufa limanına kadar giderek ticâret yaptılar. Zamanla burada çoğaldılar. Her hususta kendilerine imamlık eden kadıları vardı. Çin pazarlarında alışverişte bulundular. Daha sonra Malaka yarımadasındaki liman şehri olan Kala’da ticarî faaliyetlerine devam ettiler. Müslüman tüccarların Yemen, Hicaz, Habeşistan, Mısır ve Doğu Asya arasındaki ticarî faaliyetleri uzun seneler devam etti. Gittikleri yerlerde, adalet ve güzel ahlâklarıyla İslâm dîninin yayılmasına hizmet ettiler.
Harun Reşîd, ticarî hayâtın gelişip düzenlenmesine, pazar ve çarşıların kurulmasına büyük önem verdi. Kara ve deniz yollarında ticarî emniyet sağlandı. Böylece, Bağdâd çarşı ve pazarlarına Horasan’dan demir, Kirman’dan kurşun, Keşmir’den renkli dokumalar, Çin’den öd ağacı, misk, eğer, Yemen’den ıtriyat çeşitleri, İran’dan silâh ve ziynet eşyaları, Hind ve Sind’den kâfur, öd ağacı, karanfil, pamuklu kumaşlar, Serendip’ten yakut, elmas, Bizans şehirlerinden deri kösele, Suriye’den meyve, silâh, demir, Rusya’dan tilki derisi v.s. mallarla yüklü kervanlar gelirdi. Harun Reşîd, halkın mallarının haksız yere alınmaması ve hilenin önlenmesi, çarşı ve pazar ölçü ve tartı âletlerinin kontrolü için muhtesib adlı vazifeliler koydu. Bunlar, çarşı ve pazarlarda fiyatları denetleyip, nizâm ve intizâmı sağlarlardı. Çarşı ve pazarlarda üç çeşit san’atkârı kontrol ederlerdi: 1-Çalışmaların tam ve eksiksiz olduğunu kontrol ve tesbit etmek: Muhtesip; hatâları sonucu insanların ölümüne ve sakat kalmasına sebebiyet vermemeleri için, tabibleri kontrol ederdi. Ayrıca insan şahsiyetinin ve cemiyet âdabının bozulmaması için, çocuk terbiyesiyle meşgul olan muallimlerin (öğretmenlerin) hâl ve hareketlerini kontrol ederlerdi. 2-San’atkârların kontrolü: Kuyumcu, kumaş dokuyucuları, demircilik ve boyacılık yapanlar, sıkı bir kontrole tâbi tutulur, iyi kimseler işine devam eder, hîlekâr ve hâin olanlar, işlerinden menedilirvehîleleri herkese duyurulurdu. 3-Bâzı san’atkârların yaptıklarının iyi olup olmadığını kontrol işi de muhtesiblere âid idi.
Muhtesibler, ticâret hukukuna riâyet etmiyenleri cezalandırırlardı. Zîrâ Peygamber efendimiz; “Sattığı malı karıştıranlar, tağşiş (hile) edenler bizden değildir” buyurmuşlardır. Malın sağlamına çürüğünü karıştırıp, müşteriye karşı gizlemek, karışık mal satmanın en çirkini olup, haramdır. İslâm hukukuna göre, bu durumu inkâr büyük suç ve cezası da o nisbette ağırdır. Sağlama, çürüğü karıştırma işi müşteriye söylenirse, malın ayıbı müşteriden gizlenmezse, günâhı az ve kötülüğü hafiftir. Bu durumda müşterinin durumuna bakılır. Müşteri bu malı başkasına satmak için aldı ise, kötülük durumu, kabahate iştirak; satıcı ve alıcıya şâmil olur. Malı karıştırdığı için satıcı; bu karışık malı, karışık ve ayıplı olduğunu bilmeyen bir başkasına satacağından da müşteri sorumlu idi.
Hayvanların satılacağı zaman, sütünü sağmamak suretiyle memesini dolgun göstermek yasak idi. Muhtesib, ölçü ve tartılara çok dikkat ederdi. Zîrâ Allahü teâlânın ölçü ve tartıda hîle yapanlara dâir azâb vâ’di var idi. Bu sebeble eksik ölçüp, yanlış tartanları muhtesib derhal cezalandırırdı. Satıcıların ölçü ve tartı âletlerinden şüphelendiğinde, araştırma ve kontrollerle ayarlarını yapar, herkesçe bilinen işaretlerle mühürlerdi. Mührü olmayan ölçü ve tartı âletlerinin sahipleri ağır cezalar görürdü. Sahte mühür kullananlar, piyasaya sahte para süren kimseler gibi olup, devlet emrini dinlemedikleri için cezalandırılırlardı. Bu hususta muhtezibin geniş yetkileri vardı.
İslâm târihinde; halîfeler, eyâlet valileri kendi adlarına ölçü ve tartı âletleri tesbit edip, paralar çıkararak, devletin, bu işle meşgul olan dîvânına kayd ederlerdi. Seçilip kararlaştırılan ölçü ve tartı birimleri dışındaki birimler yasak idi.
Muhtesiblerin başka vazifeleri de vardı. Meselâ gemi sahiplerinin, gemilerini belli bir yükten, tonajdan fazla yüklemelerine manî olurlardı.
Satmamaları için tedbir almalarını söylerler, rüzgârlı ve fırtınalı havalarda sefere çıkarmazlar; durumuna göre, kadın ve erkekler için ayrı ayrı abdesthâneler yapılmasını, başlarına görevli konmasını emrederlerdi. Kadınların alışverişleri için en münâsib pazarlar tahsis edilir, muhtesib, buranın gidişatını ve emniyetini sağlar, kadınlar için bir mâni olduğunda bunların alış verişini yasaklardı. Kadınlara kötü davrananlar cezalandırılırdı. İslâm âleminde ticâret hayâtı, muhtesibler sayesinde nizâm ve intizâm üzere devam ederdi (Bkz. İhtisâb).
Selçuklular devrinde de iktisadî ve ticarî faaliyetlere büyük önem verildi. Sultan Sencer zamanında, Türkistan şehirlerindeki pazarlardan; pamuklu, yünlü ve ipekli mamuller, Fergana silâhları Bağdâd’a sevk olunurdu. Semerkand çarşı ve pazarlarının gümüş işleri ve kumaşları, Buhârâ’nın dokumaları, seccadeleri, Taşkent’in eğer takımları, Horasan’ın satenleri çok makbul idi. İslâm dünyâsı, kâğıt gibi Çin san’âtını da Türkistan yoluyla öğrendi. Asker bir millet olan Türkler, silâhlarının çoğunu kendi memleketlerinde yaptılar. Şehirlerde ok yapan ustalar, okçular çarşısında çalıştılar. Germiyan’da çelik süslü harp âletleri yapıldı. Taşkent, Harezm, Şam yayları, kılıçları meşhûr oldu. Milletler arasındaki ticâretin gelişmesi, Anadolu’da bir takım milletler arası ticarî merkezlerle pazar ve çarşıların kurulmasına sebeb oldu. Bu pazarlar umumiyetle şehirlerin uzağında kurulduğu için yabanlıg veya yabanlu adını aldı.
Kayseri-Elbistan arasında, Anadolu ile Suriye ve Irak kervanlarının işlediği milletler arası büyük bir kervan yolu üzerinde Karahisar ovasında bulunan Yabanlu pazarı, çok meşhûr idi. Bu pazarda güzel at ve katırlar, atlas, saklâtun kumaşlar, kunduz ve samur kürkleri sergilenip satılırdı. Büyük ticâret ve kalabalık dolayısı ile hanlar, dükkânlar açıldığından buralar şehir hâlini alırdı. Mardin’in güneyinde Koçhisar (Dunayser=Kızritepe) alışveriş yeri olarak gelişmiş ve şehir olmuştu. Artuklular zamanında burası, hanlar, hamamlar, çarşılar, oteller, medreseler inşâ edilerek, çok gelişti. Dunayser pazarına; Suriye, Anadolu ve Diyarbekir taraflarından pek çok tüccar gelirdi. Kırşehir, Kayseri yolu üzerinde kurulan ziyaret pazarı da kasaba olmuştu. Kırşehir valisi burada bezzazlar hanı inşâ etmişti. Bugün mevcûd olmayan bu kasabanın vergileri İlhanlılar devrinde 14.000 dînâr tutuyordu. Ilgın kasabası da sıcak su kaplıcaları ile dikkat çeken ve pazar kurulan bir yerdi. Amasya ve Tokat arasındaki Âzîne, Germiyan’daki Alemüddîn pazarı, Anadolu panayırlarının en meşhûrları idi. Şehir kapılarında da pazarlar kurulurdu. Göçebe Türkmenler için Kırşehir, Halep ve Musul’da Sûk-üt-Terâkime adı verilen meşhûr Türkmen pazarları kurulurdu. Devletin vergilere dâir emir ve yasakları buradaki cami duvarlarına yazılırdı. Sonraları hükümdarlar arasındaki savaşlar, bilhassa Ermeni ve putperest Moğollar, ticâret yollarına, şehirlere, pazar ve çarşılara büyük zararlar verdiler. Suriye’ye giden kervanlar, Ermeniler tarafından soyuldu. Anadolu beyliklerinin güçlenmesine kadar böyle devam etti. Bütün karışıklıklara rağmen, Selçuklu devrinden sonraki beylikler döneminde de ticâret hayâtı canlılığını muhafaza etti. Türkiye Selçukluları tüccarlar için büyük kervansaraylar yaptırdılar. Bu devirde tüccarların can ve mal güvenliği sağlandı. Deniz yoluyla Antalya’dan Anadolu’ya giren bir tüccar, devamlı han ve kervansaraylarda kalarak doğudan Anadoluyu terkederdi. Malı veya canı halel gören tüccarın zararı derhal devlet tarafından tazmîn edilirdi.
Osmanlı Devleti’nin güçlenmesiyle ticâret hayâtına, çarşı ve pazarlara da bir düzen geldi. Anadolu ve Rumeli’nin önemli ticâret merkezlerinde bütün sokakları bir günde dolaşılamayacak büyük çarşılar, bedestenler yaptılar. Bu cins çarşıların en meşhûru İstanbul’daki büyük çarşıdır. Bu çarşı; Bâyezîd Camii ile Nûruosmâniye Camii arasında büyük bir mahalle teşkil etmektedir. Üstü tonoz ve kubbelerle örtülü ve içi iki tarafı dükkânlarla sıralanmış bir çok yolları olan bu kârgir çarşıya şimdi Kapalı Çarşı denilmektedir.