Peygamber efendimizin nesebinden olup, ilim, takva, ahlâk, şecaat, soy bakımından zamanındaki insanların en üstünlerinden olan, yüksek şahsiyet sahibi on iki mübarek zât. Her biri büyük âlim ve evliya olan bu on iki kişinin birincisi hazret-i Ali’dir. Diğerleri de hazret-i Ali ile hazret-i Fâtıma’om neslinden gelmiş olup; hazret-i Hasen, hazret-i Hüseyn, Zeynel’âbidîn, Muhammed Bakır, Câferi Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî ve Muhammed Mehdrdir (rahmetullahi aleyhim). Bunların hepsine birden on iki imâm mânâsına gelen Arabça, Eimme-i isnâ Aşere de denir, İmâm, lügatte önder, lider demektir, ilimde önde olana imâm dendiği gibi, namaz kıldıranlara da cemâatin önünde bulunmasından dolayı imâm denmiştir.
Resûlullah efendimizin üç türlü vazîfesi vardı: Birincisi; ahkâm-ı fıkhiyye’yi, yâni yapılması emir veya yasak edilen işleri bütün insanlara tebliğ etmek, bildirmek idi. İkinci vazîfesi; Kur’ân-ı azîmüşşânın ahkâm-ı mâneviyyesini, yâni Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına ait marifetleri (yüksek bilgileri), yalnız ümmetinin yüksek olanlarının kalblerine akıtmaktır. Üçüncü vazifesi; ahkâm-ı fıkhiyye’yi, vâz ile, nasihat ile yapmayan müslümanlara, kuvvet kullanarak, zor ile yaptırmaktır.
Resûlullah efendimizden sonra dört halîfeden her biri bu üç vazîfeyi tam olarak yerine getirdi. Hazret-i Hasen’in imameti zamanında, fitneler, bid’atler çoğaldı. İslâmiyet üç kıt’aya yayıldı. Resûlullah efendimizin nuru ver yüzünden uzaklaştı. Sahâbe-i kiram (radıyallahü anhüm) azaldı. Bu üç vazîfeyi, bir kişi yapamaz oldu. Bu üç vazife, başka başka üç sınıfa ayrıldı. Usûl ve fürû ahkâmını, tebliğ vazîfesi, yâni îmân ve ahkâm-ı fıkhiyye’yi bildirmek vazîfesi, din imamlarına, yâni müctehidlere verildi. Bu müctehidlerden îmânı bildirenlere mütekellimîn, fıkhı bildirenlere fukahâ denildi. İkinci vazîfe, yâni dileyen müslümanları Kur’ân-ı kerîm’in manevî hükümlerine kavuşturmak, Ehl-i beytin on iki imamına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Cüneyd-i Bağdadî ve Sırrî-yi Sekatî hazretleri bunlardandır. Ehl-i Sünnet âlimleri, Resûlullah efendimizin bu ikinci vazîfesini on iki imâmdan öğrenerek, tasavvuf ilmini meydana getirdiler.
Ehl-i beyti seven ve on iki imâmın yolunda olanlar Ehl-i sünnettir. İslâm âlimi olabilmek için, Resûlullah’ın bu iki vazifesinde, kendisinin vârisi olmak lâzımdır. Yâni, bu ilimlerin ikisinde de mütehassıs, uzman olmak gereklidir.
Üçüncü vazife, yâni ahkâm-ı dîniyyeyi kuvvet, satvet ve saltanat ile yaptırmak işi, meliklere ve sultanlara, yâni hükümetlere verildi. Birinci sınıfın kısımlarına mezheb, ikincisinin kısımlarına tarikat, üçüncüsüne de kânun denildi, îmânı bildiren mezheblere îtikâdda mezheb denir, îtikâd mezheplerinin yetmiş üçe ayrılacağını, bunlardan yalnız birinin doğru, ötekilerinin bozuk olacağını, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem haber vermişti, öyle de oldu. Doğru yolda olduğu müjdelenen fırkaya Fırka-i nâciye veya Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebi denir. Yanlış oldukları bildirilen yetmiş iki fırkaya Bid’at fırkaları denir. Bunların hiç biri kâfir değildir.
Tasavvufta ikinci yol olan vilâyet yolu, on iki imâm vâsıtası ile insanlara ulaşmıştır. Kutuplar, evtâd, büdelâ, nücebâ ve bütün evliya hep bu yoldan kavuşmuşlardır. Peygamberimizden gelen feyzler, marifetler ve zikr-i cehrî, bu on iki imâm vasıtasıyla gelmiştir.
Ehl-i sünnet olanlar, on iki imâmı sevme konusunda çok hassas davranmışlar ve gereken hürmeti göstermişlerdir. Çocuklarına on iki imâmın isimlerini koymayı da, kendileri ve çocukları için bir şeref bilmişlerdir.
Doğru yoldan ayrılanlar, on iki imâmı sevme adı altında, on iki imâma iftira edip, haklarında kötü sözler sarfetmektedirler. Doğru yoldaki islâm âlimleri hiç bir devirde, hiç bir zaman on iki imâm hakkında iftirada bulunmamışlar, bilakis on iki imâmın sevgisini son nefeste îmân ile gitmek için şart görmüşlerdir. On iki imâmda, Resûlullah efendimizin zerreleri vardır. Bunlara kıymet vermek, saygı göstermek her müslümanın vazîfesidir.
On iki imâm sevgisi, edebiyat alanında da etkisini göstermiş ve onların sevgisini terennüm eden binlerce şiir ve medhiye yazılmıştır. Bu arada, on iki imâm sevgisini istismar ederek müslümanları birbirine düşürmek isteyen bazı bölücü kimseler, on iki imâm hakkında gerçek dışı yazılarla müslümanlar arasına fitne sokmak istediler. Bâzı câhil kimseler de bu şiir ve uydurma hikâyeleri okuyup dinliyerek ağlamayı ve din büyüklerini kötülemeyi ibâdet sandılar. Hakîkî din âlimleri; yazıları, vâz ve nasîhatları ile bu konuda da insanlara doğru yolu gösterdiler. On iki imâm diye anılan mübarek insanlar, sırasıyla şu zâtlardır:
1-Ali bin Ebî Tâlib: Resûlullah’ın amcası Ebû Tâlib’in oğlu ve sevgili Peygamberimizin damadıdır. İslâm halîfelerinin ve Cennet ile müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Hicretten 23 sene evvel Mekke’de doğdu 661 (H. 40) senesinde İbn-i Mülcem tarafından şehîd edildi (Bkz. Ali radıyallahü anh).
2-Hasen bin Ali: Resûlullah’ın kızı hazret-i Fâtıma’nın oğludur. Hicretin açüncü yılı Medine’de doğdu. 669 (H. 49)’da Medîne’de vefat etti. Yüzü, Resûlullah’ın yüzüne çok benzerdi. Babası hazret-i Ali’nin vefatı üzerine halîfe oldu ise de, yedi ay sonra hilâfeti hazret-i Muâviye’ye bıraktı. Soyundan gelenlere Şerîf denir (Bkz. Hasen bin Ali).
3-Hüseyn bin Ali: Resûlullah’ın torunu ve hazret-i Ali’nin, hazret-i Fâtıma’dan olan ikinci oğludur. Bunun soyundan gelenlere Seyyid denir. Hicretin altıncı senesi doğdu. 660 (H. 61) senesinde Kerbelâ’da şehîd oldu (Bkz. Hüseyn bin Ali).
4-Zeynel’âbidîn bin Hüseyn: Hazret-i Hüseyn’in oğlu Muhammed Bâkır’ın babasıdır. Hicrî 46 senesinde doğdu. 713 (H. 94)’de Medîne valisi Osman bin Hayyân tarafından zehirletilerek şehîd edildi (Bkz. Zeynel’âbidın bin Hüseyn).
5-Muhammed Bakır: Zeynel’âbidîn’in oğlu, Ca’fer-i Sâdık’ın babasıdır. 676 (H. 57) senesinde Medîne’de doğdu. 732 (H. 113) senesinde vefat etti. Medîne’de Bakî’de, babasının yanındadır (Bkz. Muhammed Bakır).
6-Ca’fer-i Sâdık: Muhammed Bakır’ın oğlu ve Mûsâ Kâzım’ın babasıdır. 702 (H. 83)’de Medîne’de doğdu. 765 (H. 148)’de Medîne’de vefat etti. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe ve kimyager Câbir, bunun talebesi idiler (Bkz. Ca’fer-i Sâdık).
7-Mûsâ Kâzım: Ca’fer-i Sâdık’ın oğlu, İmâm-ı Ali Rızâ’nın babasıdır. 745 (H. 129)’da Medîne’de doğdu ve 796 (H. 180)’de Bağdâd’da vefat etti. Kâzımiyye’dedir (Bkz. Mûsâ Kâzım).
8-Ali Rızâ: Mûsâ Kâzım’ın oğlu ve Muhammed Cevâd Takî’nin babasıdır. 770 (H. 153)’de Medîne’de doğdu ve 818 (H. 203)’de Tûs yâni Meşhed’de vefat etti: Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, İmâm Ali Rızâ’nın sohbeti ile şereflenip kemâle geldi (Bkz. Ali Rızâ).
9-Muhammed Cevâd Takî: Ali Rızâ’nın oğlu, Ali Nakî’nin babasıdır. Lakabı Hâdî’dir: 810 (H. 195) yılında Medîne’de doğdu ve 835 (H. 220) senesinde Bağdâd’da vefat etti (Bkz. Muhammed Cevâd Takî).
10-Ali Nakî: İmâm-ı Muhammed Cevât Takî’nin oğlu ve Hasen bin Askerî Zekî’nin babasıdır. Lakabı Hâdî’dir. 819 (H. 204)’de Medîne’de doğdu. 868 (H. 254) yılı Bağdâd”ın Samarra nahiyesinde vefat etti (Bkz. Ali Nakî).
11-Hasen bin Ali Askerî Zekî: Ali Nakî’nin oğlu, Muhammed Mehdî’nin babasıdır. 846 (H. 232)’de Medîne’de doğdu, 875 (H. 261) senesinde vefat etti (Bkz. Hasen bin Ali Askerî).
12-Muhammed Mehdî: Hasen bin Askerî Zekî’nin oğlu olup, Samarra’da vefat etti (Bkz. Muhammed Mehdî).
İnsanı, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yol ikidir: Birisi Nübüvvet yolu olup, aslın aslına kavuşturur. Eshâb-ı kiramın hepsi, bu yoldan vâsıl oldular. Sonra gelenlerden pek az zevat da, bu yoldan ermiştir. Bu yolda sebebe, vâsıtaya lüzum yoktur. Bir kâmil ve mükemmilin sohbetinde kemâle geldikten sonra, feyzi asıldan alıp, ilerlerler. İkinci yol. Vilâyet yolu’dur. Kutublar, evtâd, nücebâ, büdelâ ve bütün evliya bu yoldan vâsıl olmuştur. Bu yola, Sülük yolu da denir. Bu yolda, vâsıta, aracı lâzımdır. Her iki yolun reisi ve rehberi Resûlullah efendimizdir.