ARA
İSLAM TARİHİ ANSİKLOPEDİSİ

NİZÂMÜDDÎN EVLİYA

Hindistan da yetişen evliyadan ve Çeştiyye yolunun büyüklerinden. İsmi, Seyyld Muhammed bin Seyyid Ahmed Buhârî olup, lakabları; Mahbûb-i İlâhî (Allah’ın sevgilisi), Sultân-ül-Meşâyıh ve Nizâmüddîn Evliyâ’dır. Nizârnüddîn Evliya, 1238 (H. 636) senesi Safer ayının yirmi yedisinde Bedâyun’da doğdu. 1325 (H. 725) senesi Rebî’ul-âhir ayının on sekizinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Delhi civarındaki Gıyâspûr’da defn edildi. Sonradan büyük bir türbe yapıldı. Nizârnüddîn Evliyâ’nın babası Seyyid Ahmed Buhârî’nin, doğar doğmaz Kelime-i şehâdet söylediği bildirilmiştir. Aynı şekilde zamanını dua ve ibâdetle geçiren annesi Bibi Züleyha Hâtûn da, dindar bir hanımdı. Duasının kabul olduğu meşhûrdur. Nizârnüddîn Evliya’nın baba tarafından dedesi Hâce Seyyid Ali Buhârî ile, anne tarafından Hâce Arab Buhârî kardeş çocukları idi. Her ikisi de, Hindistan’a Buhârâ’dan Sultan et-Tamîs zamanında hicret etmişler, Lâhor’da kısa bir müddet kaldıktan sonra, bir çok ulemâ ve evliyanın da daimî olarak yerleştikleri Bedâyun’a gelmişlerdi.

Nizârnüddîn Evliyâ’nın babası Hâce Ahmed Buhârî, manevî ilimlerin yanında, üstün hâlleri ve takvası ile meşhûr derin bir kelâm ve fıkıh âlimi idi. Bu hususiyetlerinden dolayı Dehli sultânı Gıyâsüddîn Balban onu Bedâyun’a başkâdı olarak tâyin etti. Hâce Ahmed Buhârî, bir süre sonra görevinden istifa ederek, kendini cenâb-ı Hakk’a ve O’nun dînini yaymaya adadı. Hâce Ahmed Buhârî, Nizârnüddîn Evliya daha beş yaşında iken, Bedâyun’da vefat etti ve oraya defn edildi.

Babasının vefatı üzerine, eğitimi annesinin üzerine kaldı. Anne-oğul, bâzan hiç bir yiyecek bulamadan günlerini geçirmek zorunda kaldılar. Yiyecek bir şey olmadığı zaman, annesi ona ümid vermek için; “Muhammed! Bugün Allahü teâlânın misafiriyiz” derdi. Şiddetli açlık ve fakîrliğin verdiği ızdırâbı hissedeceği yerde, Nizârnüddîn Evliya, böyle geçen günlerden zevk alır ve annesine; “Ne zaman Allahü teâlânın misafiri olacağız” derdi.

Annesi, Nizârnüddîn Evliyâ’yı Bedâyun’da, Mevlânâ Alâüddîn Usûlî’nin derslerine gönderdi. Nizârnüddîn Evliya, çok kısa zaman sonra, Celâlüddîn-i Tebrîzî’nin halîfesi Ali Molla Büzürk Bedâyûnî’nin elinden fazîlet sarığını giydi. Molla Büzürk ona, seçilmiş ulemâ ve evliyanın bulunduğu bu toplantıda hayır dua etti.

Nizârnüddîn Evliya, Genc-i Şeker’in her tarafa yayılan şöhretini, Ebû Bekr Kavval’dan duyar duymaz, onunla görüşmeye karar verdi. Bir gün hiç bir yol hazırlığı yapmadan, Genc-i Şeker ile görüşmek için annesini ve kız kardeşini de yanına alarak, Bedâyun’u terk etti. İlk durağı Dehli oldu. O zamanlar Dehli, ilim ve irfanın beşiği idi. Bu sırada Nizârnüddîn Evliya, yirmi yaşında idi. Dehli sultânı olan Balaban zamanındaki âlimlerin ve evliyanın eşsiz hâmisi idi. Dehli, âlimler ile aydınlanıyordu. Mevlânâ Şemsüddîn de buranın büyük âlimlerinden idi. Anne ve kardeşinin geçim yükünü de omuzlarında taşıyan Nizâmüddîn-i Evliya, bir müddet Dehli’de kaldı. Bu esnada Mevlânâ Şemsüddîn’in derslerine devam ederek, yüksek derecelere kavuştu. Ayrıca, Mevlânâ Kemâlüddîn Zâhid’den hadîs ilmini öğrendi.

Nizâmüddîn Evliya, Dehli’de Hâce Necîbüddîn Mütevekkil’e çok yakın bir evde oturuyordu. Bu zât, evliyanın büyüklerinden olup, aynı zamanda Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker’in kardeşi idi. Nizâmüddîn Evliya, bir süre bu zâtın derslerine devam etti. Genc-i Şeker’in üstünlüklerini ondan dinledi. Daha sonra Nizâmüddîn Evliya, Genc-i Şeker ile görüşmek için Acuzan’a gitmek üzere yola çıktı. 1257 (H. 655) senesi Receb ayının on beşinde Acuzan’a varınca, hemen Genc-i Şeker’in yanına gitti. Genc-i Şeker, onu görür görmez Fârisî bir beyt okudu:

Ayrılığın ateşiyle nice gönüller kebâb oldu,
İştiyakın fırtınasıyla pek çok can harâb oldu.

Çeştiyye büyüklerinden olan Genc-i Şeker, bu beyte ilâveten; “Yâ Nizâmüddîn! Hindistan’ın kutubluğunun mes’ûliyetlerini devretmeyi ciddî şekilde düşünüyordum. Allahü teâlâ bize yol gösterdi ve senin gelişini bana haber verdi” dedi. Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker, Nizâmüddîn Evliyâ’yı talebeliğe kabul etti ve an’anevî yola giriş başlığını onun başına koydu. Nizâmüddîn Evliya, 1258 (H. 656) senesi Rebî’ul-evvel ayının üçüne kadar Genc-i Şeker’in yanında kaldı. Şihâbüddîn Sühreverdî’nin yazdığı Avârif-ül-me’ârif ile Ebû Şekûr Sülemî’nin Temhîd adlı eserini okudu. Lüzumlu eğitimi gördükten sonra, hilâfet vazîfesi verilip Dehli’ye gitmesi istendi.

Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker, Nizâmüddîn Evliyâ’ya Dehli’ye giderken iki değerli tavsiyede bulundu: Birincisi; “Borçlanmak zorunda kalırsan, onu hemen öde.” ikincisi; “Dâima düşmanlarını memnun etmeye çalış” idi. Nizâmüddîn Evliya, hocasının bu sözlerine hayâtı boyunca uydu ve her işinde muvaffak oldu.

Nizâmüddîn Evliya, bundan sonra Acuzan’ı on defa daha ziyaret etti. Bu ziyaretlerinin üçünü hocası hayâtta iken, yedisini de hocasının vefatından sonra yaptı. Bir ziyaretinde hocası Genc-i Şeker, onun için husûsî duada bulunarak şöyle dedi: “Yâ Rabbî! Nizâmüddîn’in her arzusunu kendisine ihsan eyle!” Bu duadan sonra, Allahü teâlâ, Nizâmüddîn Evliyâ’nın hiç bir isteğini geri çevirmedi. Hocası hayâtta iken yaptığı son ziyaretinde, yine ona şöyle dua etti: “Allahü teâlâ seni mes’ûd ve bahtiyar eylesin. Sen dalları ve budakları ile geniş bir ağaç olacaksın. Sıkışan insanlık onun altında barınıp huzur bulacak.” Allahü teâlâ bu duada istenilenleri de ihsan etti. Nizâmüddîn Evliya, takvası ve cömertliği ile büyük bir üne kavuştu ve Mahbûb-i ilâhî (Allahü teâlânın sevgilisi) lakabını kazandı.

Nizâmüddîn Evliya, hocasının emri ile Dehli’ye gittiği zaman, ibâdetlerini huzur içinde yapacak sakin ve uygun bir yer bulamadı. Gıyâspûr’da üstü sazla örtülü küçük bir kulübede yerleşti. Fakat çok geçmeden Sultan Gıyâseddîn Balaban’ın torunu Sultan Mu’izzüddîn Keykubâd; Gıyâspûr’a yakın bir yerde saray inşâsını başlattı. Sultânın komutanları, şehzadeleri ve halk, Nizâmüddîn Evliyâ’nın dergâhını çok sık ziyaret ediyorlardı. Bu durum, Nizâmüddîn Evliya’nın yaşayışında biraz karışıklığa sebeb oldu. Bu yüzden, Nizâmüddîn Evliya buradan ayrılmak istedi. Tam Gıyâspûr’dan ayrılacağı sırada bir genç gelip, Fârisî olarak şunları söyledi: “Her şeyden önce, şöhretinin yayılmasından çekinmelisin. Şimdi bu kadar yaygın şöhretten sonra, kıyamet gününde yüce Peygamberin yanında seni gözden düşürecek işi yapmaya çalışma. Bir kimsenin inzivaya çekilip, kendisini Allahü teâlâya bağlılığa adayarak, dünyâdan kaçıp kurtulması kolaydır. Fakat asıl cesaret ve mertlik, kalabalık halkın içinde inzivaya çekilip, huzur bulmaktır. Böyle karışıklıklardan müteessir olmamaktır.” Bunun üzerine Nizâmüddîn Evliya son nefesine kadar Gıyâspûr’da kaldı. Daha sonra Gıyâspûr’un ismi Nizâmüddîn olarak değiştirildi.

İleri gelen devlet adamlarından olan talebesi Ziyâüddîn, hocasına; Sultan Mu’izzüddîn Balaban’ın sarayına yakın bir dergâh yaptırdı. Bu yakınlıktan dolayı, saray mensupları, şehzadeler, komutan ve subayların çoğu Nizâmüddîn Evliyâ’ya talebe olup, hocalarının manevî te’siri ve dînî eğitimi altında, ahlâkî ve ictimâî huyları çok değişti. Hepsi, Allahü teâlâdan korkan, yaşayışı intizamlı insanlar hâline geldiler. Bir mıknatıs gibi etkisi olan bu te’sirden, Dehli halkı da istifâde etti.

Uzun bir ömür süren Nizâmüddîn Evliya, yükselen ve düşen yedi Dehli sultânı gördü. Bu sultânlardan bâzıları, onun bağlılarından idi. Bâzısı ise, kısa görüşlü olup, zâlimdiler. Bunlar, Nizâmüddîn Evliyâ’nın misafirperverliğini ve şöhretini kıskanıyorlardı. Nizâmüddîn Evliya, kendisine bağlı olanlar dâhil, hiç bir sultânı ziyaret için saraya gitmedi. Sultânları da dergâhına kabul etmedi.

Sultan Celâlüddîn Fîrûz Şah Halacî, Nizâmüddîn Evliyâ’nın âşıklarından olduğu için sık sık hediyeler gönderirdi. Sultânın en büyük arzusu, bizzat onunla görüşmek idi. Fakat bunu bir türlü başaramadı. Şâir ve Nizâmüddîn Evliyâ’nın talebesi Emîr Hüsrev, sarayda sultânın maiyetinde idi. Sultan bir defasında onun yardımıyla Nizâmüddîn Evliyâ’nın huzuruna girmek istedi. Fakat Emîr Hüsrev, hocasından izinsiz bu işi yapmak istemedi. Nizâmüddîn Evliya, sultânla görüşmek istemedi ve o ara Acuzan’a gitti. Sultan bunu haber alınca, çok üzüldü ve Emîr Hüsrev’den bir açıklama istedi. Emîr Hüsrev şöyle dedi: “Biliyorum ki, zât-ı şahanenizin memnuniyetsizliği, benim hayâtımın tehlikeye girmesi demektir. Fakat yine biliyorum ki, hocamın memnuniyetsizliği de, îmânımın tehlikeye düşmesi demektir.” Emîr Hüsrev’in bu cevâbı, sultânın çok hoşuna gitti ve mes’elenin üzerine daha fazla gitmedi.

Sultan Celâlüddîn Halacî’den sonra sultan olan Alâüddîn Halacî, din bilgisi az olmasına rağmen, zekî ve becerikli bir idareciydi. Saray erkânından bâzıları, yeni sultânı Nizâmüddîn Evliyâ’ya karşı yanlış yola sevk etmeye çalıştılar. Onlar, sultâna: “Nizâmüddîn Evliyâ’nın te’siri her geçen gün hızla artıyor. Böyle giderse, bir gün makamınıza el koyar” dediler. Fakat, zekî ve akıllı Sultân Alâüddîn, acele karâr vermeyi istemedi. Nizâmüddîn Evliyâ’ya; “Sultanlığımda halli îcâbeden zor mes’eleler ortaya çıktığı zaman, zât-ı âlinizle müşavere etmek istiyorum” yazılı bir pusula gönderdi. Nizâmüddîn Evliya, bu pusulayı okuduğuna pişman oldu ve cevap olarak şöyle yazdı: “Yolumuzun mukaddes an’analeri sebebiyle, böyle bir müşavere, dînî vazîfelerimin îfâsını güçleştireceğinden, teklifinize rızâ gösterecek bir hâli kendimde göremiyorum. Ne kendimi memleketin siyâsî hâdiselerine karıştırmak, ne de ilâhî gayeye hizmetten başka bir şey yapmak istiyorum.” Bu açık cevap, Sultan Alâüddîn’i memnun etti ve zihnindeki bütün yanlış anlama ve şüpheleri ortadan kaldırdı. Bilakis, o büyüğe karşı içinde bir aşk ve bağlılık hâsıl oldu.

Sultan Alâüddîn, bir gün ordusunu güney bölgesine sefere göndermişti. Bir süre bu sefer hakkında hiç haber alamadı ve endişeye kapıldı. Nizâmüddîn Evliyâ’nın talebelerinden olan bâzı komutanları göndererek, şu mesajı yolladı: “Sizin, islâm’a sevgi ve saygınız bizden çok fazladır. Eğer manevî gözünüzle, güneydeki seferin durumunu ve sefer haberlerini öğrenip bildirirseniz, bizi çok sevindireceksiniz. Çünkü durumdan çok endişeliyim.” Cevâb olarak; “Bu zaferden başka zaferler de sizi bekliyor” buyurdular. Buyurdukları gibi, bir süre sonra ordu zafer haberi ile Dehli’ye geldi. Sultan, şükran ifâdesi olarak, Kara Beğ ile Nizâmüddîn Evliyâ’ya beş yüz altın gönderdi. Kara Beğ bu para ile dergâha vardığı sırada, dergâhta bulunan Horasanlı bir derviş; “Hediye müşterek” diye seslendi. Bunun üzerine Nizâmüddîn Evliya; “Yalnız bir kişi alırsa daha güzel olur” diyerek, hediyenin tamâmını ona verdi.

Sultan Alâüddîn’in, Nizâmüddîn Evliyâ’ya karşı beslediği sevginin çok arttığını gören Kara Beğ, sultâna; “Zât-ı âlileriniz, ona karşı bu kadar hürmet ve muhabbet beslediği hâlde, henüz onunla görüşmemiş olmanız hayret vericidir” dedi. Buna karşılık sultân; “Ey Kara Beğ! Bizim işimiz sultanlıktır. Biz, baştan ayağa kadar günâha batmışız. Bu yüzden o büyükten utanıyorum, O büyük zâtla nasıl görüşebilirim?” dedi ve arkasından oğulları Hızır Hân ve Sadi Hân ile Nizâmüddîn Evliyâ’ya iki yüz bin gümüş para gönderdi ve talebeliğe kabul edilmesini rica etti. Hediyeleri kabul ederek, fakîrve ihtiyâç sâhiblerine dağıttı. Fakat sultânın ziyaret talebini reddeden Nizâmüddîn Evliya; “Sultânın buraya gelmesine lüzum yok. Ben devamlı onun muvaffakiyeti için dua ediyorum. Fakat buna rağmen hâlâ buraya gelmekte ısrar ederse, bu fakîrin evinde iki kapı vardır. Sultan birinden girerse, biz diğerinden çıkarız” buyurdu.

Kardeşlerini öldürerek Sultan Alâüddîn’in yerine geçen Kutbüddîn Halacî, Nizâmüddîn Evliyâ’ya kin beslemeye başladı. Bu kin, daha sonra açık bir düşmanlığa dönüştü. O zaman Nizâmüddîn Evliyâ’nın dergâhında günlük masraf; fakir, dul, yetim ve muhtaç kimselere verilen sadakalar hâriç, iki bin gümüş idi. Bu durumu kıskanan bâzı kişiler, sultâna; “Nizâmüddîn Evliya, bu sadaka olarak dağıttığı ve harcadığı servetini, onu sık sık ziyaret eden şehzadelerden ve devletin resmî vazifelilerinden topluyor” diye şikâyette bulundular. Ayrıca sultânı, herkesin Nizâmüddîn Evliyâ’yı ziyaret etmemesi için bir emir çıkarmak üzere ikna ettiler. Bu durumu duyan Nizâmüddîn Evliya, dergâhındaki harcamaları iki katına çıkardı ve buradan istifâde edenlerin sayısı on binden, on altı bine yükseldi. Sultânın çıkardığı emrin hiç bir zararı olmadığı görüldü. Sultan bu durumu işittiği zaman; “Yanılmışım! Şeyhe, Allahü teâlâ yardım ediyor” demekten kendini alamadı. Bu keramete rağmen, Nizâmüddîn Evliyâ’ya düşmanlığı devam etti. Bir gün sultan, onu huzuruna çağırdı. Buna cevab olarak, Nizâmüddîn Evliya şöyle dedi: “Ben, sûfî bir kişiyim, dergâhımdan dışarı çıkmam. Daha da önemlisi her sûfî silsilesinin kendine mahsûs değişmeyen an’aneleri vardır. Bizim büyüklerimizden hiçbiri saraya gitmemişler ve herhangi bir sultânın maiyetinde bulunmamışlardır. Bu bakımdan, sultânın arzusunu yerine getiremiyeceğim. Lütfen beni kendi hâlime bırakınız.”

Mağrur sultan, bu cevabla tatmin olmadı ve Nizâmüddîn Evliyâ’nın her hafta iki defa huzuruna gelmesi için yeni emirler gönderdi. Bunun üzerine Nizâmüddîn Evliya, sultânın hocası olan Ziyâüddîn Rûmî’ye haber göndererek, talebesini, “Hiç bir dînin, velîlere ve masum talebelere zulmedilmesine izin vermiyeceği” hususunda îkâz etmesini istedi. Fakat bu haber Ziyâüddîn Rûmî’ye ulaşmadan, o vefat etti. Sultan, Ziyâüddîn Rûmî’nin dergâhında “Fatiha” merasimi için bütün saray erkânı ile birlikte bulunuyordu. Nizâmüddîn Evliya da bir kaç talebesi ile bu merasime katıldı. Dergâha girer girmez, orada bulunanların hepsi, ona saygı göstermek için ayağa kalktılar. Nizâmüddîn Evliya, sultâna selâm verdiğinde, sultan selâmı almadı. Kendisinden fazla Nizâmüddîn Evliyâ’ya saygı gösterilmesine çok kızdı ve merasimden sonra; Nizâmüddîn Evliyâ’nın da, diğer bütün saray erkânı ve devlet görevlileri gibi her ayın ilk günü, “Selâm” için sultânın dîvânında bulunması karârını alıp, bunu emir olarak Nizâmüddîn Evliyâ’ya gönderdi. Bu emir, Nizâmüddîn Evliya’ya; Şeyh İmâmüddîn Tûsî, Şeyh Vahidüddîn Kondûzî, Mevlânâ Burhânüddîn ve başka âlimlerden kurulu bir hey’etle gönderildi. Onlar, Nizâmüddîn Evliya’nın huzurunda, sultânın isteklerine razı olarak bu ihtilâfa son vermesini, bunun yapılmamasının, hem halk, hem de saltanat için tehlikeli neticelere sebebiyet vereceğini, yalvararak istirham ettiklerinde, Nizâmüddîn Evliya; “Bakalım, Allahü teâlânın bu iş için izni ne olacak” diye cevap verdi ve yanından ayrılmalarını istedi. Hey’et sultânın yanına dönünce, ona; “Nizâmüddîn Evliya istenen târihte huzurda olacak” dediler, fakat bir kaç gün sonra Nizâmüddîn Evliya talebelerinin yanında; “önce gelen büyüklerimizin âdetlerine aykırı düşen hiç bir şey yapmıyacağım. Selâm alayına katılmayacağım” dedi. Bu durum gerginliği arttırdı ve talebeleri de dehşete düşürdü. Kısa görüşlü sultan, büyüklerin maneviyât gücünü ve onların duasının red olunmıyacağının farkında değildi. Hâlbuki Nizâmüddîn Evliya, hakîkatin yanında olduğundan emindi. Hakîkat; ama bu gün, ama daha sonra, dünyânın geçici üstünlüklerine karşı şerefli bir şekilde gâlib gelecekti. Bu sebepten o, inanç ve sadâkatiyle tam bir sükûnet ve huzur içerisindeydi. Ayın yirmi dokuzuncu gecesi, mağrur Sultan Kutbüddîn, sarayında uyurken en güvenilir adamlarından olan Husrev Hân tarafından başı kesilerek öldürüldü. Fârisî beyt tercümesi:

Zavallı korkak kedi niçin yerinde otur muyorsun?
Gücünü aslana karşı deneyip cezaya lâyık oluyorsun?

Nizâmüddîn Evliyâ’nın bâzı kerametleri ve menkıbeleri:

“Sultan Alâûddîn devrinde, Dehli şehri, kuzeyden gelen zâlim bir Moğol ordusu tarafından muhasara edilmişti. Targi komutasındaki ordunun ilerlemesi sırasında, Sultan Alâüddîn’in en iyi birlikleri güneyde harb ediyor ve o yüzden bu güçlü ordu karşısında Dehli’yi zayıf bir birlikle bir gün bile müdâfaa edemeyecek durumda bulunuyorlardı. Bu durumda sultânın tek sığınağı, Allahü teâlâ oluyordu. Sultan, Emîr Hüsrev vasıtasıyla Nizâmüddîn Evliyâ’nın himmetlerini taleb etti. O, sultânın ve Dehli’nin bu acıklı durumunu duyunca, sâdece gülümsedi ve; “Sultâna selâmımı götürün. Endişe etmemesini söyleyin. İnşâallah Moğollar yarın sabah oradan çekilirler” buyurdu. Nizâmüddîn Evliya, sultâna bu haberi gönderdikten sonra, hocasını vesîle ederek münâcaatta bulundu. Allahü teâlâ, Moğol komutanı Targi’ye, ülkesinin muhasara altında olduğunu gösterdi. Komutan, ülkesinin düşman tehlikesi ile karşılaştığını görünce, dehşete kapılıp, derhâl ordunun geri çekilmesini emretti. Ertesi sabah sultan, muhasaranın kaldırıldığını ve bu velînin bereketi ile şehrin kurtulduğunu gördü.”

“Bir gün idarecilerden birinin evi aniden yanıp kül oldu. Evde bulunan saltanat fermanı da yandı. Bu kimse, Dehli’ye giderek, büyük zorluklarla başka bir ferman aldı. Evine dönerken, onu da kaybetti. Bütün aramalarına rağmen, bulamadı. Son derece üzgün bir hâlde Nizâmüddîn Evliyâ’nın huzuruna geldi ve fermanın bulunmasında yardımcı olması için yalvardı. Nizâmüddîn Evliya ona, “Baba Ferîdüddîn’in ruhuna Fatiha okursanız, Allahü teâlâ sıkıntınızın giderilmesinde yardım eder” buyurdu. O kişi kabul etti ve bir mikdâr tatlı almak için tatlıcı dükkânına girdi. Dükkân sahibi, tatlısını sarmak için ona bir kâğıt verdi. O kişi, tatlıyı Nizâmüddîn Evliyâ’nın huzurunda açarken, tatlıyı sardığı kâğıdın, kaybettiği ferman olduğunu gördü. Büyük bir minnet ve şükranla Nizâmüddîn Evliyâ’ya teşekkür etti ve sevinçle evine döndü.”

Tarihçi Muhammed Kâsım’a göre 1347 (H. 748) senesinde, Güney Hindistan’da meşhûr Behmenî Sultanlığı’nı kuran Alâüddîn Hasen Behmenî, hayâtının ilk yıllarında çok fakir idi ve Dehli’de bir Brehmen’in hizmetinde bulunuyordu. Bir gün Nizâmüddîn Evliyâ’nın dergâhının kapısında dilenci olarak görüldü. O sırada içlerinde şehzade Muhammed Tuğluk’un da bulunduğu bir çok insan, Nizâmüddîn Evliya ile görüşüp yemeklerini yemişler, dergâhtan çıkıyorlardı. Aniden Nizâmüddîn-i Evliya; “Bir sultan gitti, diğer sultan ise kapıda” dedi. Orada bulunanlar bu ifâdenin mânâsını anlamadılar. Daha sonra, Nizâmüddîn Evliya hizmetçilerinden birine, gidip kapıda duran dilenciyi içeri getirmesini emretti. Alâüddîn Hasen içeri geldiğinde, yiyeceklerin hepsi tükenmişti. Ona verilebilecek, iftar için ayrılan bir ekmekten başka hiç bir şey yoktu. Büyük velî, bu ekmeği parmağı üzerinde bir şemsiye gibi tutarak; “Buraya bak Hasen! Bu uzun zaman ve gayret sonunda sana nasîb olacak sultanlığın, saltanat şemsiyesidir” dedi. Bu olaydan sonra, Hasen’in kısmeti yavaş yavaş açıldı ve büyük velînin dediği gibi, 1347 (H. 748) senesinde Behmenî Sultanlığı’nın başına geçti. Taç giyme zamanında onun ilk emri; Nizâmüddîn Evliyâ’nın Dekken’deki halîfesi Burhânüddîn Garîb’e, fakirlere dağıtılmak üzere, otuz sekiz kilograma yakın altın ve yetmiş iki kilograma yakın gümüş verilmesini emretmek oldu.

Nizâmüddîn Evliyâ’nın mübarek sözlerini ihtiva eden beş önemli eseri vardır. Bunlar; Fevâid-ül-fü’âd, Efdal-ül-fevâid, Hazînet-ül-asfîyâ, Siyer-ül-evliyâ, Mıknatıs-ül-vahdet’tir. Bunlardan Fevâid-ül-fü’âd, Hâce Hasen Sencerî tarafından toplanmıştır.

Buyurdu ki:

“İnsanın îmânı; ancak dünyâya ve onun altınlarına bir deve pisliğinden fazla değer vermediği ve Allahü teâlâdan başka hiç bir şeye güvenmediği zaman tamam olur. Kendine Allah âşığı diyen bir kimse, dünyâyı sever ve onu sevenlerle arkadaşlık yaparsa, o bir yalancı ve münafıktır.”

“Bir talebe için, Allahü teâlâya bağlılığın şu altı esâsı vardır: 1-Nefsini yenmek için insanlardan uzak kalmalıdır. 2-Her zaman temiz ve abdestli olmalıdır. 3-Her gün oruç tutmaya çalışmalı, yapamıyorsa az yemelidir. 4-Allahü teâlâdan başka her şeyden uzaklaşmaya çalışmalıdır. 5-Hocasına sâdık ve itaatkâr ol malıdır. 6-Allahü teâlâyı ve hakîkati her şeyden üstün tutmalıdır.”

“Bir talebe, şu dört şeyden sakınmalıdır: 1-Dünyâ ehli ve bilhassa zenginlerle görüşmekten, 2-Zikirden başka bir şeyden bahsetmekten, 3-Allahü teâlâdan başka bir şeye sevgi beslemekten, 4-Allahü teâlâdan başka bütün dünyevî şeylere kalbi bağlamaktan.”

“Kalb kırmak, Allahü teâlânın lütfunu incitmektir. Neye uğrarsa uğrasın, sâlih kimse asla kimseye kötü söylememeli ve lanet etmemelidir. İnsanların kabahatlerini açıklamamalıdır.”

YAĞ GİBİ YANAN SU!

Nizâmüddîn Evliya, hayâtı boyunca her gün, hocasının şu emirlerine uyarak yaşadı: “1-Dâima kendini mücâhede ile meşgul eyle. Boş kalmak, şeytana çalışma alanı açar. 2-Bizim yurdumuzda oruç tutmak, muvaffakiyetin yarısıdır. Geriye kalan diğer yarısı da; namaz kılmak ve hacca gitme ile kazanılır. 3-Kendini ve talebeni terbiye et. 4-Bütün günahlardan kaçın. 5-Başkalarını düzeltmeden önce, mümkün olan bütün gayretini, kendi hatâlarını düzeltmeye sarfet. 6-Benden ne duymuş isen, onu hatırla ve her tarafa yay! 7-inzivaya çekileceksen, onu namazın cemâatle kılındığı camide yap. 8-Nefsini istemez hâle getir. Dünyâyı yok ve ehemmiyetsiz olarak düşün. 9-Hırstan ve bütün dünyâ arzularından vazgeç. 10-Senin yalnızlığın veya inzivan, seni Allah’a bağlılıkla meşgul etmelidir. Eğer böyle bir inzivadan ve mücâdelelerden yorgun düşmüş isen, daha küçüklerini yap. 11-Eğer nefsinle bir mes’elen olursa, onu uyku ile memnun et. 12-Sana kim gelirse, ihsan ve inayetini, teveccüh ve keremini onun üstüne yağdır.”

“Bir gün Nizâmüddîn Evliya, dergâhının avlusuna bir su sarnıcı inşâ ettirmek isteyince sultân, sarnıç işine mâni olmak için, aynı anda kendi inşâat işlerini başlattı ve şehirdeki işçilerin hepsini’ kendi işlerinde çalıştırmak için emir verdi, işçiler, Nizâmüddîn Evliyâ’ya kuvvetli bağlılıklarından dolayı, gündüz sultânın işini bitirip, gece de Nizâmüddîn Evliyâ’nın sarnıç işinde çalışmaya karar verdiler. Fakat çalışabilmeleri için, gece aydınlatma îcâbediyordu. Bir kaç gün kandil ışığında çalıştılar. Fakat sultan, dergâha kandil yağı verilmesini yasakladı. Nizâmüddîn Evliya, talebesi Nasîruddîn Mahmûd’un sarnıçtan su çekmesini ve çıkan suyu, yağ olarak kullanmalarını istedi. Allahü teâlânın izniyle su, yağ gibi yanarak etrafı aydınlattı ve Dehli ahâlisini hayretler içerisinde bıraktı. Sarnıcın inşâsı kısa sürede tamamlandı.”

TÜM CİLDLER
CİLDDEKİ İÇERİKLER