ARA
İSLAM TARİHİ ANSİKLOPEDİSİ

NİZÂM-ÜL-MÜLK

Hadîs ve fıkıh âlimi; Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Alb Arslan ve oğlu Melikşâh’ın vezîri, büyük devlet adamı. Künyesi Ebû Ali olup, ismi Hasen bin Ali bin İshâk bin Abbâs’dır. 1018 (H. 408) senesinin Zilkade ayında, Tûs civarında Nûkan kasabasında doğdu. 1092 (H. 485) yılında Nihâvend’de, Hasen Sabbah’ın fedaisi bir Bâtınî tarafından şehîd edildi.

İlk tahsilini babasının yanında kardeşi Ebü’l-Kâsım Abdullah’la birlikte yapan Nizâm-ül-Mülk, önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Daha sonra Arabça ve Farsçayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Fıkıh, hadîs, tefsîr, kelâm, edebiyat, matematik, mühendislik ve diğer fen bilgilerine vâkıf oldu. Şafiî mezhebi fıkıh bilgilerinde söz sahibi idi. Bir çok âlimden ders alıp hadîs-i şerîf dinledi. Zamanın meşhûr âlim ve edîblerinin sohbet ve derslerini hiç kaçırmazdı.

Devlet hizmetine, Gazne Devleti’nin Horasan valisi olan Ebü’l-Fâzıl es-Sûrî’nin emrinde babası ile beraber başladı. 1040 (H. 432) yılındaki Dandanakan Savaşı’ndan bir süre sonra Gazne’de bulunarak, Gazne Devleti sultânı Mes’ûd’un yanında çalıştı. Sonra Horasan’a dönerek, Çağrı Bey’in Belh valisi Ali bin Şadan’ın maiyyetinde bulundu. Vilâyet işlerinin yürütülmesi ile vazifelendirildi. Daha sonra Merv’e gidip, bizzat Çağrı Bey’in hizmetinde çalıştı. Onun üstünlüklerini gören Çağrı Bey tarafından Alb Arslan’ın terbiye ve hizmetiyle vazîfelendirildi. Alb Arslan’a hem hoca hem arkadaş oldu. Selçuklu sultânı Tuğrul Bey’in çocuksuz olarak vefatı üzerine, Alb Arslan’la kardeşi Süleyman arasındaki taht mücâdelesinde, yerinde görüş ve tedbirleri ile kabiliyetini ispatladı. Alb Arslan sultan olunca onu vezârete getirdi. Zamanının halîfesi Kâim bi-emrillah tarafından, Nizâm-ül-mülk ünvanı verildi ve bu ünvanla tanındı.

Nizâm-ül-mülk; vezir olduğu 1064 (H. 451) yılından şehîd edildiği 1092 (H. 485) yılına kadar, aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devleti’ne tam bir dirayet ve adalet ile hizmet etti. Sultan Alb Arslan’ın vefatından sonra, veliahd Melikşâh’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizâm ve asayişin korunmasını te’min etti. Sultan Melikşâh zamanı, Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak ve en şanlı devri olmuştur.

Nizâm-ül-mülk, Büyük Selçuklu Devleti’ne; idarî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sahada pek çok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkîlâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini, sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler, bâzı değişikliklerle beraber, bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.

Nizâm-ül-mülk’den önce vezir olan Ebû Nasr Amîd-ül-mülk Kündûrî, mu’tezilî olup, bu bozuk fırkanın fikirlerine sıkı sıkıya bağlı idi. Özellikle Şafiî mezhebinde olan kimselere karşı amansız bir mücâdeleye girişmişti. Halk ve âlimler arasında büyük bir saygı ve îtibâra sahip Şafiî fıkıh âlimi Ebû Sehl bin Muvaffak’ı kendisine rakîb görüyordu. Bid’at fırkalarının cami minberlerinde kötülenmesi için emir veren Amîd-ül-mülk, Şafiî mezhebini de bid’at fırkalarının içine soktu. Bununla da kalmıyarak, İmâm-ül-Haremeyn Cüveynî ve Ebû Kasım Kuşeyrî’nin tutuklanması için emir verdi. Ebû Kasım Kuşeyrî ve kelâm âlimi Fürakî yakalanarak, sokaklarda sürüklendi ve çok hakaret edildi. İmâm-ül-Haremeyn Ebû Muhammed Cüveynî, onun zulmünden dolayı Hicaz’a hicret etti. Ebû Seni ise Nişâbûr’da bulunmadığı için yakalanamadı. Ebû Kasım Kuşeyrî ve Ebû Bekr ibni Fûrek kendilerini seven halk tarafından hapisten kurtarıldı. Bütün Şâfiî âlimleri, Amîd-ül-mülk’ün baskısına dayanamıyarak İsfahan’dan Bağdâd’a göçtüler. Amîd-ül-mülk’ün koruması altında, mu’tezile fırkası hızla yayılıyordu. Bu sapık vezîrin, Alb Arslan tarafından vazifeden alınması ve îdâm edilmesiyle, Nizâm-ül-mülk vezîr oldu. Âlimlere hizmeti çok seven, aynı zamanda İslâm âlimi olan Nizâm-ül-mülk zamanında, yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için; Bağdâd, Belh, Nişâbûr, Hirat, İsfehân, Basra ve Musul gibi yerlerde, kendi ünvanıyla anılan Nizamiye medreselerini kurdurdu. Hicrî beşinci asırda Ehl-i sünnete muhalif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle, İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde, Nizamiye medreseleri çok büyük hizmet gördü. İslâm âlimleri hiç bir güçlükle karşılaşmadan Ehl-i sünnet itikadını rahatça insanlara öğrettiler. Bunların en meşhûrlarından birisi de, Bağdâd’daki Nizamiye Medresesi idi. Asrının büyük âlimlerinden olan Ebû İshâk Şîrâzî burada başmüderris idi. Ayrıca; İmâm-ı Gazâlî ve imâm-ül-Haremeyn de ders verdi ve pek çok talebe yetiştirdi.

Nizâm-ül-mülk, hiç abdestsiz bulunmazdı. Her abdest alışında iki rek’at namaz kılar ve Kur’ân-ı kerîm okurdu. Kur’ân-ı kerîme çok hürmet eder ve bir yere yaslanarak okumazdı. Kur’ân-ı kerîmi tazim ile okur ve nereye gitse yanında taşırdı. Müezzin, ezân-ı Muhammedî’yi okumaya başladığı zaman her ne iş yaparsa yapsın hemen bırakır, ezanı dinlerdi. Pazartesi ve Perşembe günleri devamlı oruç tutardı.

Nizâm-ül-mülk; âlim, edîb ve kadirşinas idi. Meclisi: âlim. edîb. şâir ve san’atkârların toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbasî halîfesi onu meclisinden eksik etmez ve pek hürmet gösterirdi. İlim adamları ile san’atkârlara ikram, ihsan ve iltifatı çoktu.

İmâm-ı Haremeyn Cüveynî (rahmetullahi aleyh), her hutbesinde Nizâm-ül-mülk’ü çok medheder ve; “O, insanların büyüğüdür. Din ve dünyâ işlerini en iyi şekilde bir arada yürütendir. Bütün âlimlerin hizmetçisidir. Onun mülkünün gölgesi altına giren çok emîn olur. Memleket, onun adaleti ile güzelleşip; fazileti, iyilikleri ve ikramı ile dolar. İnsanların doğru yolda gitmelerini sağlar, yanlış yola sapmaktan korur, zulüm karanlıklarını adaletle yok eder. Onun yaptığı ihsanlarla, fakirlik yok olur. Allahü teâlâ, onun sancağını her tarafta dalgalandırsın. Onu güçlü ve kuvvetli kılsın. Tebeası kendizine itaat etsin” derdi.

Nizâm-ül-mülk, bir isteği ve dileği olanların her zaman yanına girmesine izin verirdi, Birgün yemek yerken, fakir bir kadın kapısına gelip yanına girmek istedi. Hizmetçileri, mâni oldular. Bunu duyan Nizâm-ül-mülk, kapıdaki hizmetçiye kızıp azarladı. “Ben sizlerin bu kimselere yardım etmenizi isterim. Büyük bilinenler zâten yanıma gelip giderler. Siz, böylelerinin girmeleri için kolaylık gösterin” dedi.

Ebû Kasım Kuşeyrî hazretleri, Nizâm-ül-mülk’ün haşmet, azamet ve ilminden bahsederken şöyle anlatır: “Bir gün ben, Nizâm-ül-mülk’ün meclisine gittim. Yanında, sağlı-sollu seksen muhafız gördüm. Muhafızlarda çok kıymetli elbiseler vardı ve hepsi çok yakışıklı idi. Onlara bakıp, bu durumdan hoşlanmadığımı görünce, Nizâm-ül-mülk bana; “Yâ üstâd! Şu gördüğün seksen muhafızın elbiselerinin fiyatı seksen bin dînârın üzerindedir. Ben hayâtımda hiç bir zaman haram bir şey giymedim ve yemedim. Fakat şu gördüğün durum; vezirlik ve saltanat makamı olduğundan bunu gerektirmektedir” dedi.”

Nizâm-ül-mülk’ün kardeşi, fıkıh âlimi Ebû Kasım şöyle anlatır: “Bir gün Nizâm-ül-mülk ile yemek yiyorduk. Yanında, yardımcısı ile sağ eli kesilmiş bir fakir vardı. Fakir, Nizâm-ül-mülk’ün yanında sol elle yemek yediği için utanıyordu. Bunu farkeden Nizâm-ül-mülk, onu, rahat yemek yiyebilmesi için boş bir odaya gönderdi.”

Ebû Hasen Muhammed bin Abdülmelik Hemedânî şöyle anlatır: “Nizâm-ül-mülk, Bağdâd’a geldiği zaman, saltanat sarayına gider, orada bir mikdâr kalır, öğle namazına kadar kimseyi kabul etmez, devlet işlerini görürdü. Öğle namazından sonra, istekleri olan halkı yanına kabul ederdi.

Nizâm-ül-mülk’ün yanına bir çok âlim gelirdi. Fıkıh âlimleri yanında fıkhî mes’eleleri konuşur tartışırlar ve müşkilleri hallederlerdi, ilmî görüşmeler bitince, ihtiyaç sahiplerini suâl ederdi. İhtiyâcı olanların ihtiyâçlarını giderir ve âlimlere kıymetli hediyeler verirdi.

Bir gün kendisine; “Neden tasavvuf büyükleri ve âlimler ile sohbet ediyor, onlara ihsanlarda bulunuyorsunuz diye sorulunca; “Bâzı emirlerin hizmetinde bulunduğum zamanlar, tasavvuf büyüklerinden biri gelerek bana nasîhatta bulundu ve; “Hizmetini, sana fayda verecek kimselere yap. Yarın köpeklerin yiyeceği kimseye hizmet etme” dedi. Ertesi akşam valinin, evinden yalnız başına dışarı çıkarken, köpekleri tarafından parçalandığını işittim. Bu yüzden âlimlere hizmet etmeye niyet ettim.” cevâbını verdi.

Nizâm-ül-mülk, bir Ramazan ayında şehîd edildi. O gün iftar sofrasında, bir çok âlim, evliya ve diğer insanlarla beraber bulunuyordu. Yemek bittikten sonra, Nizâm-ül-mülk odasına çekileceği sırada, bir gencin kendisine doğru yürüdüğünü gördü. Nizâm-ül-mülk, bir ihtiyâcı vardır diye o genci bekledi. Genç, Nizâm-ül-mülk’ün yanına gidince, hançerini çıkarıp saldırdı ve ağır yaraladı. Katil kaçmaya çalışırken, yakalanarak hemen öldürüldü. Nizâm-ül-mülk, olaydan sonra bir saat kadar yaşadı. Vefat ettiğinde, baş ucunda bir çok âlim, Sultan Melikşâh ve yakınları bulunuyordu. Herkes arkasından gözyaşı döktü. İsfehan’da Mahalle-i Giran’da, ortasından su geçen güzel bir yere defn edildi.

Nizâm-ül-mülk, devlet idaresinde kendi görüşlerini, icrâatını, bunların gerçeklerini gelecek nesillere intikâl ettirmek maksadıyla, Fârisî yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmi ile uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de, Türk-İslâm devletlerinin; idarî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini belirtmektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da, Süleymârüye Kütüphanesi, Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, bir çok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.

Nizâm-ül-mülk, bu eserinde buyuruyor ki: “Âmirlerin ve pâdişâhların, Allahü teâlânın rızâsının nerede olduğunu çok iyi bilmeleri gerekir. Allahü teâlâ, pâdişâhın halka yaptığı ihsandan razı olur. İhsan olarak da, insanlar arasında adalet yapması kâfîdir. Halk, pâdişâh için hayır dua ederse, o memleket payidar olur ve her gün kudret ve kuvveti artar. Mülk, zulüm ile payidar olmaz. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bir hadîs-i şerîflerinde buyurdular ki: “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennem,’den korumalısınız! Onlara müslümanlığı öğretmelisiniz! öğretmez iseniz, mes’ûl olacaksınız.”

Diğer bir hadîs-i şerîfde ise; “Dünyâda Allahü teâlânın kulları üzerine hüküm, sürenlerden her biri, kıyamet gününde elleri bağlı olarak getirilir. Eğer âdil davranmışsa, onun adaleti, ellerini çözer ve Cennet’e girer. Şayet zulm etmiş ise, elleri bağlı olarak Cehennem’e atılır” buyruldu.

Pâdişâhların ve âmirlerin haftada iki gün; zulüm görmüş olanların şikâyetlerini dinlemesi ve zâlimden onun hakkını alıp, zulme uğrayana vermesi ve halkının şikâyetlerini kendi kulağıyla duyması zarurîdir. Kim böyle yaparsa, idaresi altındaki yerlerde bütün zâlimler korkar ve zulüm yapamazlar.

Zekât toplamak için vazifelendirilen me’mûrlara; Allahü teâlânın kullarına iyi davranmaları, aldıkları haraç ve uşru, lütuf ve nezâketle taleb etmeleri, mahsûl elde edilinceye kadar mal istememeleri tavsiye edilmelidir.

Pâdişâhların, memleket kadılarının iş durumlarını tek tek bilmeleri, onlardan her kim âlim, dindar ve kanaatkar ise, gönlünün hıyanete kaymaması için, her birine liyâkat lan ölçüsünde aylık vermeleri gerekir.

Din işlerini araştırıp sormak, farzları ve sünneti gözetmek, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmek, din âlimlerine saygı göstermek, geçimleri için gerekeni, Beyt-ül-mâl’den ayırıp tâyin etmek, zâhidlere ve evliyaya hürmet etmek pâdişâha vâcibtir.

KIZMAYAN VEZÎR!

Emîr Ebû Nasr şöyle anlatır: “Nizâm-ül-mülk’ün meclisinde bulunduğum bir sırada ihtiyâç sahibi bâzı kimseler geldi. Aralarından biri, Nizâm-ül-mülk’e bir mektub uzattı ve mektubu, mürekkeb dolu hokkasının üzerine düşürdü. Hokkasındaki bütün mürekkep, elbisesinin üzerine yayıldı ve her yer mürekkep içinde kaldı. Buna rağmen hiç kızmadığını ve renginin değişmediğini gördüm. Nizâm-ül-mülk, hiç bir şey demeden elini uzattı ve mektubu yerden aldı. Hilmine çok şaşırdım. Sonra durumu, baş hizmetçiye anlattım. Baş hizmetçi bana; “Niçin hayret edersin, biz daha değişik olayları gördük” dedi ve şöyle anlattı: “Bir gece kırk hizmetçi ile nöbetçi idik ve yatağında iken, şiddetle esen rüzgâr, yatağını toz toprak içinde bırakmıştı. Ben, yatağı temizlemeleri için hizmetçileri aradım. Hiç birini bulamayınca çok sinirlendim. Nizâm-ül-mülk bana; “Hiç kızma! Neden kızarsın? Buradan, bir ihtiyaçları olduğu için ayrılmışlardır, insanların her zaman bir özürleri vardır. Hattâ bâzı özürleri, onları farz namazlarından bile alıkoyar. Onlarda, bizim gibi insandır. Biz nelerden âciz olursak, onlarda aynı şeylerden âcizdirler. Allahü teâlâ bizleri, onlara âmir kılmıştır. Biz ise, Allahü teâlânın bu kadar büyük nfmetini, o hizmetçilerin küçük bir kusuru ile mahv etmiyelim” dedi.

AĞLATAN KÂĞIT!

Abdullah es-Savecî şöyle anlatır: “Bir gün Nizâm-ül-mülk hacca gitmek için sultan Melikşâh’dan izin istedi. Sultan Melikşâh’ın rızâsı üzerine hazırlanarak yola çıktı. Yanında benden başkaları da vardı. Dicle kenarına gelince, çadırlarımızı kurduk. Bir müddet orada kalacaktık. Bir gün ben çadırımdan çıktım. Nizâm-ül-mülk’ün çadırının kapısında fakîr bir zât duruyordu. Hâlinden tasavvuf ehli olduğu anlaşılıyordu. Bana; “Nizâm-ül-mülk’ün bende bir emâneti var sana versem, verir misin?” dedi. Ben evet deyince, katlanmış bir kâğıt uzattı. Nizâm-ül-mülk’ün yanına varıp, kâğıdı verdim. Açıp okuyunca, ağlamaya başladı. Ben, emânet olduğundan, kâğıtta neler yazılı olduğuna bakmamıştım. Onu böyle ağlar görünce, keşke kâğıdı açıp okusaydım. Eğer kötü bir şeyler yazılı olduğunu bilseydim, hiç vermezdim” diye düşündüm. Daha sonra bana dönerek, “Ey Şeyh! Bu mektubu kimden aldın?” diye sordu. Ben de; “Şöyle şöyle bir zâttan aldım” dedim. “O fakiri yanıma getirin” deyince, dışarı çıktım fakat onu bulamadım. Tekrar Nizâm-ül-mülk’ün yanına girdim. Onu bulamadığımı söyleyince, o kâğıdı okumam için bana uzattı. Kâğıtta; “Ben Resûlullah efendimizi rüyamda gördüm. “Sen vezir Hasen’in yanına git ve ona de ki: Neden Mekke’ye hac etmek için gider. Onun haccı buradadır. Ona; “Bu Türk olan pâdişâhın yanında kal ve ümmetimin muhtaçlarına yardım et dememiş miydim” yazıyordu. Bunun üzerine hemen geri döndü ve hacca gitmekten vazgeçti.

Daha sonra Nizâm-ül-mülk; “Eğer o zâtı görürsen, yanıma getir. Onunla tanışalım” dedi. Birgün, o zâtı Dicle kenarında gördüm. Eski ve yamalı elbisesini yıkıyordu. Yanına gidip; “Vezîrimiz Nizâm-ül-mülk sizi görmek istiyor” dedim. Bana; “Ne ben onunla görüşürüm, ne de o benimle!.. Bende bir emâneti vardı. Onu kendisine verdim. Başka bir şey yapmadım” dedi.

HASTALIKLA GELEN KORKU!

Bir gün Nizâm-ül-mülk hastalanmıştı. Büyük âlim Ebû Ali Kümesâni onu ziyarete geldiğinde şöyle buyurdu: “Biz hasta olunca, bütün sâlih amelleri yapmaya niyet ederiz. Fakat Allahü teâlâ şifâ verip hastalıktan kurtulunca, tekrar hatâ ve isyana dalarız. Korktuğumuz zaman, Allahü teâlânın yardımını ve merhametini bekleriz. Onun azabından emin olup günahlara dalınca da Allahü teâlâyı gazaplandırırız.”

HAZRET-Î OSMAN’IN SON SÖZLERİ!..

Nizâm-ül-mülk, Âlâ bin Fadl’ın annesinden şöyle naklediyor: “Hazret-i Osman şehîd edildiği zaman, malını mülkünü aradılar, kilitli bir sandık buldular. Sandığı açtıklarında şu mektup çıktı: “Bu, Osman bin Affân’ın son sözleridir. Bunu yazmaya Besmele okuyarak başlıyorum. Osman bin Affân; bir olan Allah’tan başka ilâh olmadığına ve O’nun ortağı bulunmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allah’ın kulu ve Resûlü olduğuna, Cennet ve Cehennem’in hak olduğuna şehâdet eder. Allahü teâlâ, vukuu şüphesiz bir günde, bütün kabirdekileri diriltecektir. Allah vadinden dönmez. Herkes, o vâdle yaşar, ölür ve dirilir.”

Bu mektubun arkasında ise şunlar yazıyordu: “İnsan, kendisini ihmâl ederek, fakirlik yüzünden bir zarara uğrasa bile, tok gönüllülük, kendisini ulvîleştirir. Dünyâda hiç bir güçlük yoktur. Şayet bir güçlükle karşılaşırsan, onu bir kolaylık tâkib edecek demektir. Bu sebeble, sabırlı olmalısın. Felâketlerle karşılaşmayan; sıkıntı, üzüntü nedir bilmez, ileride neler olacağı da belli değildir.”

TÜM CİLDLER
CİLDDEKİ İÇERİKLER