Evliyanın büyüklerinden. İnsanları Hakka davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisidir. İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin hocasıdır. Babasının ismi Abdüsselâm olup, fazîletli bir zât idi. Annesi ise hazret-i Hüseyn’in soyundan olup, seyyide ve mübarek bir hanım idi. Muhammed Bâkî-billah hazretleri 1563 (H. 971) senesinde Kabil’de doğdu ve 1603 (H. 1012) yılında Delhi’de kırk yaşında iken vefat etti. Türbesi, Kutabrol denilen yerde kendi mescidinin yanında olup ziyaret edilmektedir.
Muhammed Bâkî-billah’ın büyüklük hâli daha çocukluk zamanlarında sîmâsından belli olurdu. Yüksek bir zât olacağının işaretleri ve büyük faydalarasebeb olacağının alâmetleri, işlerinden, çalışmalarından ve gayretinden anlaşılırdı. Daha çocukluk zamanlarında, bâzan bütün gün odanın bir köşesinde başını önüne eğip sessizce oturur, tefekküre dalardı. Gençliğinde, ilim tahsili için Kabil’den Semerkand’a gidip aklî ve naklî ilimleri, zamanının en büyük âlimlerinden olan Mevlânâ Sâdık-ı Hulvânî’den öğrendi. Yüksek yaradılışı ve kabiliyeti ile kısa zamanda, hocasının talebeleri arasında en yüksek seviyeye ulaştı.
Zahirî ilimleri öğrenip yetiştikten sonra, tasavvufa, yönelerek bâtınî ilimleri öğrenmek için, bu yolun büyük âlimlerinin sohbetlerine ve derslerine devam etti. Zekâsının ve kabiliyetinin üstünlüğü ile, ilimlerde yüksek bir dereceye ulaştı. Muhammed Bâkî-billah’ın, zahiri ilimleri tahsîl ettiği gençlik yıllarında, Nakşibendiyye yoluna karşı büyük bir muhabbeti vardı. Kendisini bu yolda yetiştirecek bir büyük arıyor, onun derslerinden ve sohbetlerinden feyz alıp faydalanmak istiyordu. Bu büyüklerin bulunduğu Mâverâünnehr’e giderek bir çoğu ile görüşüp tanıştı. Sohbetlerinde bulunarak feyz aldı.
Muhammed Bâkî-billah, sâlihleri ve meczûbları aramakta çok gayret gösterir, bir çok memleketleri dolaşır ve temiz kalbli olanları bulup, nasîbini alırdı. Bu seyahatleri sırasında Silsile-i aliyye-i Nakşibendiyye büyüklerinden birinin sohbetine kavuştu. Ona talebe olmak ve tam bağlanmak istedi. Bunun için istihare yaptı. Rüyasında Muhammed Pârisâ hazretlerini gördü. Muhammed Pârisâ (k. sirruh) rüyasında ona; “Tasavvuf yolunda ilerlemek, en iyi ahlâk ile ahlâklanmaktır. Bu büyük nîmet ve seâdet ele geçince, bu yolda ele geçecek fayda, elde edilmiş demektir” buyurdu. Muhammed Bâkî-billah, başlangıçta ilk istifâdesini şöyle anlatmıştır: “İlk defa günâhlardan tövbe, Hâce Übeyd hazretlerinin huzurunda oldu. Benim için Fatiha okumasını istedim. Sonra Semerkand’da bulunan ve Ahmed Yesevî’nin yolunda olan İftihâr-i Şeyh’e talebe olmak arzusu ile tekrar tövbe ettim. Her ne kadar, “Siz gençsiniz. Siz bu işe katlanamazsınız” dediyse de, bendeki arzuyu görünce; “Bir Fatiha okuyalım” ve “Allahü teâlâ istikâmet versin, büyüklerin maksadına uygun azîmet nasîb eylesin, kalbinde büyük değişmeler ve nefsinde harâblıklar (ıslâh) vâkî olsun” dedi. Bir başka zaman Emîr Abdullah Belhî’nin huzurunda tövbemi yeniledim. Elimi müsâfehaya yakın bir şekilde tuttu. Ümîd edilir ki, bunun bereketi kıyamete kadar devam eder.”
Bundan sonra bir müddet daha dolaştım. Nihayet rüyada, Behâeddîn Buhârî Nakşibend hazretlerinin huzurunda tövbe-i nasûh yâni bozulması imkânsız tam bir tövbe ettim. Bundan sonra bende tasavvuf yoluna girmek arzusu dayanılmaz bir hâl aldı. Bu yola girmek için her çâreye başvurdum. Nihayet mübarek zâtlardan biri bana: “Peygamber efendimizden gelen zikr, neticeye kavuşturur” dedi. Bütün gayretimle bu sözü söyleyen zâttan zikri ve murakabeyi almak için uğraştım, iki sene o zâtın silsilesindeki zikre, murakabeye ve teşbihlere devam ettim. Sonra Keşmîr’e gittim ve orada Baba Vâli’nin sohbetine devam edip, bereketli nazar ve teveccühlerine kavuştum. Cenâb-ı Hakk’a hamd ve senalar olsun ki, o teveccühler ile kabul kapısı aralandı. Keşmir’de sohbetine devam ettiğim Baba Vali, Nakşibendiyye yolundan icazetli olduğu için, kendilerine gelen talibin istidadına o silsile yoluyla feyz verdiler. Baba Vâli’nin vefatından sonra, bu yolda bilinen gaybet (kendinden geçme) hâli ele geçti ve büyük velîlerin ruhları müjdeler verdiler, telkinlerde bulundular. Bereketli teveccühleri ile nisbetim, irtibatım kuvvetlendi ve gaybet dâiresi genişledi. Yol açılıp aydınlandı. Velhâsıl cem’iyyet yâni gönlün dağınıklıktan kurtularak, derlenip toparlanması ele geçti.
İlâhi aşk ateşi ile yanan gönlünü teskin edecek bir mürşid-i kâmili aramaya devam eden Muhammed Bâkî-billah hazretleri, Mâverâünnehr şehirlerinden birine giderken, bir gece rüyasında Mevlânâ Hâcegî İmkenegî hazretlerini görünce, o kendisine; “Ey oğul! Senin yolunu gözlüyordum” buyurmuştur. Mevlânâ Hâcegî İmkenegî’nin huzuruna kavuşup, çok yardım ve ihsanlar gördü. Hocası onun yüksek hâllerini dinledikten sonra, üç gün üç gece birlikte yalnız bir odada sohbet ettiler. Hâcegî İmkenegî hazretleri, Muhammed Bâkî-billah’ı kısa zamanda tasavvufda yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturdu. Hilâfet verip, geri Hindistan’a gönderdi.
Muhammed Bâkî-billah’a hilâfet ve tam bir icazet verilip, geri Hindistan’a gönderildiğini duyan Hâcegî İmkenegî hazretlerinin talebelerinden bâzıları, gayrete gelip, aralarında bir huzursuzluk hâsıl oldu. Kendileri uzun müddet orada oldukları hâlde yeni gelen bir gencin kısa zamanda tam bir icazetle dönmesi onları düşündürmüştü. Hâcegî İmkenegî hazretleri bu durumu duyunca; “Dostlarım bilsinler ki, bu gencin işini tamamlayıp buraya bizim yanımıza gönderdiler. Yanımıza, hâllerinin doğru olup olmadığını kontrol için geldi. Şüphesiz öyle gelen böyle gider” buyurmuştur.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri, hocası Hâcegî Muhammed İmkenegî’nin sohbetinde yetişip icazet aldıktan sonra, onun emriyle Hindistan’a gidip, bir sene Lâhor’da kaldı. Oradaki âlimler ve fâdıllar sohbetine gelip, istifâde ettiler. Sonra Delhi’ye gidip, vefatına kadar orada Dalarak, insanlara doğru yolu anlattı. İki-üç sene gibi kısa bir müddet irşâd makamında bulunmasına rağmen, pek çok âlim ve evliya yetiştirdi. Yetiştirdiği büyüklerin başında, kendisinden sonra hâlifesi olan, hicrî ikinci bin yılının müceddîdi, İslâm âlimlerinin gözbebeği İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî gelir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri yetişip kemâle gelince, Muhammed Bâkî-billah (rahmetullahi aleyh) bütün talebesinin yetiştirilmesini ona bıraktı. Hâce Ubeydullah ve Hâce Muhammed Abdullah adındaki oğullarının yetiştirilmesini de İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bıraktı. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât’ında bunlara yazılmış mektupları vardır. Oğulları tasavvufta yetişmiş kıymetli zâtlardan idi.
Muhammed Bâkî-billah’ın (rahmetullahi aleyh) eserleri şunlardır. 1-Külliyât-ı Bâkî-billah: Bir kitap hâlinde toplanmıştır. 2: Mektupları, 3-Rubâ’ıyyât: Bu eserini İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Şerh-i Rubâ’iyyât adıyla şerh etmiştir.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri, dâima hâllerini gizlerdi. Çok tevazu sahibi idi. Suâl soranlara zaruret mikdârınca, kısa cevâb verirdi. Müslümanlara çok yardım eder, iyi işlerinde onlara faydalı olmaktan asla kaçınmazdı. Âlimlere ve büyüklere, aşırı hürmetleri vardı.
Muhammed Bâkî-billah hazretleri, kırk yaşında iken, 1603 (H. 1012) yılında Delhi’de vefat etti. Türbesi, Kutabrol denilen yerde bulunmaktadır. Etrafı ağaç ve çiçeklerle süslü olan kabrini ziyaret edenler, bereket ve şifâ bulmaktadırlar.
Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin mektuplarından kırk bir tanesi, Zübdet-ül-makâmât kitabının sonuna ilâve edilmiştir. Mektublarından altıncısını Şeyh Tâceddîn’e göndermiştir. Bu mektubunda buyurdu ki:
“Devamlı abdestli bulunmak, helâl yemek yimeğe dikkat etmek, bütün günahlardan, gıybetten, söz taşıyıcılıktan, mü’mini aşağılamaktan, müslümana düşman olmaktan, kin tutmaktan, eli altında olanlara kızmaktan ve sert davranmaktan sakınmak lâzımdır. Bizim yolumuzun esâsı budur. Bunlarsız iş sağlam olmaz. Ama bu sayılanlarda arada bir gevşeklik olursa, bu işi, yâni büyüklerin verdiği vazifeleri ve o yolun îcâblarını terk etmemeli, aksine tövbe ve istiğfar etmeli, aldığı ve yapmakta olduğu vazifelere daha sıkı sarılmalıdır ki; “Muhakkakki sevâblar, günahları götürür” meâlindeki âyet-i kerîmesinin sırrı ortaya çıksın. Doğru yolda bulunanlara selâm olsun!”
Muhammed Bâkî-billah hazretleri buyurdular ki:
“Kalbinde mârifet-i ilâhî isteği olmayanla sohbet etme, arkadaşlık yapma. İlmini; mevkî, makam ve övünmek için vesîle eden âlimlerden, aslandan kaçar gibi kaçınız.”
“Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ, yemekten ve içmekten münezzehtir.”
“Müslümanlık; yapmak, yaşamak, ahkâm-ı ilâhîyi yerine getirmek demektir.”
Muhammed Bâkî-billah’ın komşularından bir genç, içki içer ve her çeşit kötülüğü yapardı. Bunu duyar ve ıslâhı için bekleyip tahammül ederdi. Bir gün Hâce Hüsâmeddîn’in haber vermesiyle, görevliler o genci yakaladılar ve habse attılar. Muhammed Bâkî-billah bunu duyunca, Hâce Hüsâmeddîn’i çağırıp darı id ı. Hâce Hüsâmeddîn; “Öyle fâsık, öyle kötü bir kimsedir ki, kötülükleri sayısız ve başkalarına zarar verir hâldedir” deyince, üzüntülü bir şekilde, derin bir âh çekip; “Sen kendini sâlih, temiz ve hayırlı gördüğünden senin nazarında o, fâsık, kötü veşerîr görünüyor. Fakat biz ki, hiç bir şekilde kendimizi ondan farklı görmüyoruz. Nasıl olur da onun zararına bir söz söyleriz?” buyurdu. Sonra araya girerek o genci, hapisten çıkardılar. O genç, komşusu Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin yakın alâkası ve şefkati karşısında son derece memnun olup, günahlarına tövbe etti. Kötü işlerden vazgeçti ve Sâlih bir kimse oldu.