ARA
İSLAM TARİHİ ANSİKLOPEDİSİ

EKBER ŞAH

Bâbür Şah tarafından Hindistan’da kurulan Bâbürlüler Gürgâniyye Türk. İmparatorluğunun üçüncü hükümdarı. İsmi Celâleddîn Muhammed olup, künyesi Ebü’l-Feth’dir. Ekber Şah diye meşhûr olmuştur. Tîmûr Hân’ın soyundan olan Bâbür Şah’ın torunu; Hümâyûn Şâh’ın oğludur. Annesinin ismi Hamîde Bânû’dur. 1542 (H. 949)’da Ömerkut’ta doğdu. Babasının vefatı üzerine 1556 (H. 964)’de hükümdar oldu. Dîn-i ilâhî adıyla yeni bir din kurdu. Sapık fikirlerine karşı çıkan Ehl-i sünnet âlimlerine ve müslümanlara baskı ve zulüm yaptı. 1605 (H. 1014) senesinde şiddetli bir dizanteri hastalığına yakalanarak öldü. Behişt-Âbâd denilen yerde defn edildi.

Ekber Şah, küçük yaşından îtibâren babasının yanında önemli hizmetlerde bulundu. 1555 (H. 963)’de Serhend’i Hümâyûn Şah zabt etti. Daha sonra Afganlı Sûr hükümdarı Sikender Şah büyük bir kuvvetle kaleyi geri almak için Serhend üzerine yürüdü. Bu sırada rahatsız olan Hümâyûn Şah, ordusunun başına kendisini temsil etmek üzere oğlu Ekber Şâh’ı gönderdi. Sikender Şâh’ı mağlûb eden Ekber Şah on üç yaşındayken ilk başarısını elde etti. Aynı yıl içinde yanına Atabeg olarak vazifelendirilen Bayram Hân’la birlikte, Pencap valiliğine tâyin edildi. Hümâyûn Şâh’ın 1556 (H. 964)’de vefatı üzerine Ekber Şah on dört yaşında tahta geçti.

Gürgâniyye tahtına geçtiği zaman devletin toprakları fazla geniş değildi. Babasının ölümü ile Delhi ile Agra elden çıkmıştı. Çocuk denecek yaşta hükümdar olan Ekber, Atabeg Bayram Hân’ın da tecrübelerinden istifâde ederek, kısa zamanda çevresinde hâkimiyeti sağlayıp, Delhi ve Agra’yı tekrar ele geçirdi. Böylece kuzey Hindistan’daki Türk hâkimiyeti yeniden kurulmuş oldu.

Zamanının ilk yedi senesinde, harplerle meşgul olan Ekber, ilk iş olarak Delhi ile Agra arasındaki memleketlerde hâkimiyetini te’sis etti. 1567’de Racputlar’ın kalesi Çitor’u ve Ecmîr’i zapt etti. 1572’de Gücerat’a yürüyerek, müstakil Ahmedebâd sultanlarının sonuncusunu mağlûb etti ve bu ülkeyi, hükümdar naibi tarafından idare edilen mümtaz bir eyâlet hâline getirdi. Ganj vadisi de imparatorluk sınırları içine alındı. Ayrıca 1578’de Orissa, 1581’de Kâbil, 1587’de Keşmir, 1592’de Sind ve 1594’de Kandehar ele geçirildi. Bundan sonra, Dekken’in müslüman hükümdarları üzerine asker göndererek Berar şehrini ele geçirdi.

Ülkesinin sınırlarını genişleten Ekber Şah, içeride de bir takım idarî, siyâsî ve dinî reformlara girişti. O zamana kadar yürürlükte olan toprak ve devlet me’murlarının maaş sistemini değiştirdi. Bütün zeametleri hükümdara bağlı devlet mülkü hâline getirdiği gibi, devlet me’mûrlarının mertebe ve derecelerini de tesbit etti. Kurduğu bu sistemleri uygulayabilmek için sert tedbirlere baş vurdu. Bu düşündüklerini yapabilmek için de Muzaffer Hân Turbatî’yi baş vezîr tâyin etti ve Todor Mal’fda ona yardımcı verdi. Bu çalışmalarını halk ve idareciler iyi karşılamadı. Az zaman içinde Muzaffer Hân’la arası açılan Ekber Şah, onu vazifeden alıp, yerine Todor Mal’ı baş vezir yaptı. Todor Mal’ın ibtidâî idare metodları halkı bîzâr etti.

Gençliğinde oyun ve eğlence ile vakit geçiren Ekber Şâh’ın okumaya karşı hevesi olmadığından, Abdüllatîf Kazvînî’nin bütün gayretlerine rağmen okuma yazma öğrenmemişti. Kendisi okuyamadığı için, etrafındakilere okutup dinlemek suretiyle târihe, felsefeye, dînî akîde ve ibâdetlere dâir çok şeyler öğrendi. Ekber Şah, bu suretle Hindistan’da yaşayan dinlerle ve felsefî ekollerle ilgili bir çok bilgileri de öğrendi. Hint racalarının kızlarıyla da evlenmesi sebebiyle hindu inanışları, âdet ve âyinlerinin etkisinde de kalan Ekber Şah, mecûsî, hindû, hıristiyan ve başka bozuk dinlere mensûb kimseleri sarayında toplayıp, onlar arasında münazaralar tertiplemeye başladı. Bu dinlere ait çeşitli kitapları Fârisî lisânına tercüme ettirdi. Sapık hocası Abdüllatîf Kazvînî’nin, muhtelif din ve mezhepler ile ırklar arasında karşılıklı müsamahaya dayanan Sulh-i Küllî (Umûmî barış ve herkesin istediği dîne inanması) fikrini kabul ederek, müdâfaa etmeye başladı. Dînî konularda kendisinin tek yetkili müctehid olduğunu ileri sürerek, çevresine kabul ettirmeye çalıştı. Bozuk ve sapık din adamlarının da yardımıyla, İslâm dîninde bir çok değişiklikler yapmaya çalıştı. Fakat Ehl-i sünnet âlimlerinin karşı çıkmasıyla fazla taraftar bulamadı. Başarılı olamayacağını anlayınca, makamını da kullanarak yeni hîle ve desîselere başvurdu.

Bu sırada çeşitli sapık fikir ve dinlerin etkisinde kalan Ebü’l-Fadl ve kardeşi Feyzî Hindî saraya kabul edildi. Ebü’l-Fadl daha sonra Ekber Şâh’ın en fazla îtimâd ettiği adamlarından oldu. Hükümdar, fikirlerine çok değer verdiği için onu baş vezir tâyin etti. Ebü’l-Fadl, hükümdarın çevresinde ona nasihat edebilecek kimseyi bırakmadı. Sapık fikirlerini hükümdara kabul ettirip, bütün hareketlerini kontrol altına aldı. Riyakârlık ve dalkavuklukta da eşsiz olan Ebü’l-Fadl, Ekber Şâh’ın bâzı akıl ve mantık dışı hareketlerine, fevkalâde bir işmiş gibi değer veriyor, hattâ kasîdevemedhiyeleriyle onu dünyâya ilâhî bir vazîfenin îfâsı için gelmiş bir hükümdar olarak öğüyordu. Ebü’l-Fadl, İslâm dîni ile ilgili hususlarda Ekber Şâh’ı iyice şüpheye düşürdü. Tamamen Ebü’l-Fadl’ın etkisine giren Ekber Şah, ona Ekbernâme adlı bir târih kitabı ve Âyin-i Ekber, adlı bir kitap yazdırdı. Feth Pür Sîkrî sarayında büyük bir dîvânhâne inşâ ettiren Ekber Şah, buna ibadethane adını verdi. Burası ibadethane olmaktan ziyâde münazara yeri idi. Sinsi bir şekilde hareket edip, buraya şeyhleri, seyyidleri, ulemâyı ve saray mensuplarından din ilimleri ile meşgul olanları toplayarak münazaralar yaptırdı. Önceleri yalnız müslümanların çağırıldığı bu yerlere sonraları; hıristiyanlar, hindular, caynîler, zerdüştîler ve sâbiîler de çağrıldı. Ebü’l-Fadl tarafından hazırlanan sinsi soruları, orada bulunan kimselere soran Ekber Şah, her dîne mensup kişilerden değişik cevaplar alıyordu. Bu münazaralar sırasında bilhassa zerdüştîlerin fikirlerinin etkisinde kalan Ekber Şah, sarayda, güneşe saygı duruşunda durulması ve akşamları kandillerin yandığı sırada âyinler yapılmasını emretti. Hattâ Zerdüştî olduğunu söyleyenler bile oldu.

Sapık ve bozuk din adamlarının hazırlayıp imzaladığı bir arîza ile Ekber Şâh’ın, dünyâ işlerinde olduğu gibi, din işlerinde de tam yetkili olduğu bildirildi. Ekber Şah bu arızayı tasdik ederek, kendisinin hatâ etmez, vasfına muâdil bir ruhanî selâhiyete sâhib olduğunu söyledi. Hakîkî Ehl-i sünnet âlimlerinin karşı çıkması ve müslümanların isyan etmesi üzerine hareketlerini, müslümanları yatıştıracak şekilde ayarladı. Hıristiyan din adamlarının da etkisinde kalan Ekber Şah, Cizvitlerin küçük bir kilise açmalarına ve dinlerini neşretmelerine izin verdi. Hattâ kendisi de kiliseye giderek kapısından girerken diz çökmek suretiyle hürmetini belirtti. Oğullarını hıristiyanlığı öğrenmeleri için rahiplerin yanına gönderdi.

Ekber Şâh’ın bu müsamahakâr davranışları sebebiyle Hindistan’da hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri arttı. Hindistan’daki bütün dinlere karşı müsamahakâr davranan Ekber Şah, İslâm dînine ve müslümanlara karşı aynı müsamahayı göstermediği gibi, müslümanlara ve Ehl-i sünnet olan İslâm âlimlerine işkence ve zulm yapmaya başladı. Onun bu davranışı, müslümanlar tarafından şiddetle tepki gördü. Müslümanlar dinlerinin tehlikede olduğuna ve Ekber Şâh’ın yerine Kabil emîri ve baba tarafından Ekber Şâh’ın kardeşi olan Muhammed Hâkim’i geçirmekten başka çâre kalmadığını hükmettiler. Önce, Bihârve Bengal müslümanları baş kaldırdı. Fakat Ekber Şah bu haklı direnişi kanlı bir şekilde bastırdı ve Muhammed Hâkim’i de Kabil emirliğinden azl etti. Yerine kız kardeşi Baht-ün-Nisâm Begüm’i geçirip 1581 (H. 989)’da Feth Pür Sîkri’ye döndü. Daha sonra Muhammed Hâkim’i affedip tekrar Kabil valiliğine tâyin etti.

1582 (H. 990) senesinde bütün eyâlet valilerinin sarayda bulunmaları fırsatından istifâde ederek, Hindu ve müslüman topluluklar arasında din ayrılığı sebebiyle düşmanlıklar meydana geldiğini ileri sürerek ve bu çirkin maksadın arkasına gizlenerek, bütün Hindistan için Dîn-i Hak veya Dîn-i İlâhî adı ile yeni bir din kurduğunu îlân etti.

Bu dîne göre, Ekber Şah, Allah’ın mutlak vekîli idi. Ona bağlananlar; mal, can, namus ve îmân nâmına neleri varsa hepsini ona vereceklerdi, Bu dîne girebilmek için dört dereceden geçmek gerekiyordu. Dîne girmek için sarığını çıkarıp eline almak ve Ekber Şâh’ın ayağına kapanmak gerekliydi. Bu hareketin mânâsı, bütün fenalıkların başı sayılan hırs ve bencillikten kurtulmak olarak kabul ediliyordu. Bu şekilde Ekber Şah’ın ayağına kapanan kimseyi, Ekber Şah kaldırır, sarığını başına geçirir, böylece o kimse zahirî hayâttan kurtulup hakîkî hayâta girmiş sayılırdı. Ekber Şah ona, üzerinde kendi resmi ile Allahü ekber yazılı bir şilt verirdi.

Bu dîne mensûb olanlar İslâm dîninin bildirdiği gibi selâm vermezler, selâm veren kimse Allahü ekber der, cevap veren de Celle celâlüh derdi. Ekber Şâh’ın birinci sözde Ekber, ikincisinde Celâl isminin zikr edildiğine inanılırdı. Bu dinde abdest almak yoktu ve et yemek yasaktı. Ancak yaban domuzu ve kaplan eti yenilebilirdi. Doktorların rapor vermesi şartı ile şarap mubahtı. Sarhoş olmak yasakdı. Yeni dîne girenler; “Ben filan oğlu filan, babamdan, anamdan Öğrendiğim İslâm dîninden kendi arzum ile çıktım. Şah Ekber’in İlâhî itikadını kabul ediyor ve böylece mal, can, namus ve dînimi fedaya hazır olduğumu beyân ediyorum” sözlerini ihtiva eden bir beyannameyi doldururlar ve bunu yeni dînin imâmı sayılan Ebü’l-Fadl’a teslîm ederlerdi.

İslâm dîninin emirleri olan ibâdetler yasak edilmiş, İslâm bayramları kaldırılıp yerine parsîlerin on dört bayramı konmuş, Arapça’nın öğrenilmesi yasaklanmıştı. Ekber Şah, Nevruz bayramlarını en muhteşem şekilde kutlar ve şiddetle karşı olanları dahî bu törenlere katılmaya davet ederdi.

Bu dinde güneşe; sabah, ikindi, gurub vakitlerinde ve gece yarısı tapılırdı. Güneşin Sanskrit dilince bin bir adı toplanıp zikir gibi kullanılmak üzere dağıtılmıştı. Ekber Şah her sabah güneş doğarken bir Brehmen’in yardımıyla bu binbir kelimeyi söyler, sonra sarayın bir penceresinden görünür ve sarayın önünde biriken halk birden yere kapanarak secde ederlerdi. Ekber Şâh’ın sarayında İslâm dîni ile alay edilir, İslâmî ibâdetlerin mânâsız ve mantıksız şeyler olduğu anlatılır, İslâm dîni aleyhinde şiirler düzülür, sokaklarda okumak için insanlar kirşlanırdı.

Kurduğu dînin temel esasları açıklanan Ekber Şah, inançlar ve dinler arasında eşitlik esâsına uyuyorum diyerek, İslâm dîninin îmân ve ibâdet esaslarını değiştirmeye çalışmış, Allahü teâlânın isminden sonra Peygamber efendimizin ismini zikr etmeyi yasaklamıştı.” Mnuhammed resûlullah (Muhammed aleyhisselâm Allah’ın Resûlüdür)” yerine “Ekber Halîfetullah (Ekber, Allah’ın halîfesidir)” ibaresini koydurmuştu. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ismine karşı aşırı düşmanlığı sebebiyle, kumandanlarından isimlerinin içinde Muhammed kelimesi geçenlerin isimlerini değiştirmişti. Son zamanlarına doğru camileri tahrip ettirmişti.

Müslümanlığa karşı aşırı kin duyan Ekber Şah, kendi dîninde, İslâm dîninden hiç bir emre yer vermediği gibi, Sulh-ü küllinin (herkesin barış içinde yaşaması ve inancında serbest olması) savunucusu olduğunu söylemesine rağmen, İslâm dînini tamamen terk etti ve düşman oldu. Bu sebeple 1582 (H. 990)-1585 (H. 993) yılları, müslümanların en çok baskı ve zulüm gördüğü yıllar oldu. İki bin yılının müceddîdi yenileyicisi olan ve Ekber Şah zamanında yaşayan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbat kitabının 1. cild 47. mektubunda; “Ekber Şâh’ın hükümeti zamanında, müslümanların başına ne sıkıntılar ne felâketler gelmişti, hepimiz biliyoruz” buyurmak suretiyle bu zulüm ve işkenceyi bildirmişlerdir. Bütün bu baskı ve zulümlere rağmen Ekber Şâh’ın yeni dînini kabul edenlerin sayısı bir kaç bini geçmemişti. Onun dînini idareci ve ileri gelen kimselerden sâdece on sekiz kişi kabul etti.

Ekber Şah, 1605 (H. 1014) senesinin Ekim ayı içinde şiddetli bir dizanteri hastalığına tutuldu. 22 gün hasta yattıktan sonra fecî bir şekilde öldü. Kendisi; sözleriyle, fikirleriyle ve davranışlarıyla müslümanlıktan çıkmış olmasına rağmen, cenazesi İslâmî usûllere göre kaldırıldı. Cesedi saraydan on kilometre kadar uzaklıkta olan ve o zamanlar Behiştâbâd denilen, daha sonra Sikender adı verilen bahçeye defn edildi. Oğlu tarafından üzerine büyük bir türbe yaptırıldı.

Ekber Şâh’ın ölümü üzerine yerine oğlu Selim Cihangir geçti. Babasının kurduğu dîne ve sapık inanışlarına karşı olan Selim Cihangir zamanında, İmâm-ı Rabbânî gibi büyük Ehl-i sünnet âlimlerinin de gayretleriyle, küfür, bid’at ve sapıklıklarla dolu olan Ekber Şâh’ın yeni dîni tamamen ortadan kalktı. Ayrıca Ekber Şâh’ın İslâm düşmanlığını bilen ve hıristiyanlara karşı iyi niyetli olduğunu gören İngilizler, misyonerleri vasıtasıyla Hindistan’a girmeye başladılar. Sömürge olarak elde etmek istedikleri Hindistan’da, Kalküte şehrinde ticarethaneler açmak için Ekber Şâh’dan izin aldılar. Daha sonraki sultanlar zamanında da arazi satın aldılar. Bunları muhafaza için asker getirdiler. Bu suretle Ekber Şah, ilk defa İngilizlerin Hindistan’da hâkimiyet kurup sömürge hâline getirmelerine sebeb oldu.

TÜM CİLDLER
CİLDDEKİ İÇERİKLER