Evliyânİn büyüklerinden. İsmi Ali olup, babasİnİnki Humeyd (veya Ahmed)'dir. Künyesi Ebü'l-Hasan'dİr. Mİsİr'da, Nil Nehri sâhilinde bulunan Kûs kasabasİndandİr. Buna nisbetle Kûsî denilmiŞtir. Do?um târihi bilinmemektedir.
Ebü'l-Hasan el-Kûsî hazretleri, o zamanda bulunan evliyânİn en büyüklerinden Abdürrahîm el-Kİnâvî hazretlerinin dâmâdİ ve en üstün talebesi idi. Zâhirî ve bâtİnî birçok ilimleri ondan ö?rendi. Ayrİca; İbn-i Dakîk-il-İyd (Muhammed bin Ali el-KuŞeyrî), Ebû Yahyâ bin Şâfiî, Ebü'l-Kâsİm el-Meragî gibi meŞhur âlimlerin sohbetlerinde bulunup, kendilerinden ilim ö?rendi. Kendisinden ise; Ebû Yahyâ, Yûsuf bin Muhammed bin Ali Ebû İshâk bin Adîs, İlmüddîn Ebû Tâhir İsmâil bin İbrâhim bin Câfer el-Menfelûtî ve baŞka âlimler ilim ö?rendiler.
Ebü'l-Hasan el-Kûsî hazretleri, hâli ve yaŞayİŞİ insanlara örnek, fazîletler ve kerâmetler sâhibi çok yüksek bir zât idi. Tasavvuf ehli olan büyük zâtlarİn sohbetlerinde çok bulunurdu. Babasİ, elbise ve kumaŞ boyacİlİ?İ yapardİ. O?luna da; "Bana yardİm etmiyorsun, gidip sûfîlerin sohbetinde bulunuyorsun." diyerek sitem ediyordu. Bir gün Ebü'l-Hasan, boyanacak elbiselerden birini, boyanİn içine batİrdİ. Babasİ, hiddetlenip; "Ne yaptİn? O elbise, o boya ile boyanmayacaktİ. Elbisenin sahibine ne cevap verece?im?" diye çİkİŞtİ. Ebü'l-Hasan, elbiseyi boyanİn içinden çİkarİnca, esvabİn o boyanİn renginde olmayİp istenilen renge boyandİ?İnİ gördüler. Babasİ, bu hâli görünce o?lunu serbest bİraktİ. Sûfîlerin sohbetlerinde bulunmasİna hiç mâni olmadİ.
Talebelerinden Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed el-KureŞî, Ebü'l-Hasan Kûsî'nin hizmetinde bulunuyordu. Memleketi, bulundu?u yere çok uzaktİ ve dokuz aydİr âilesinden hiç kimseyi görmemiŞti. Kendilerini çok özlemiŞti. Kİnâ Şehrinde, Ebü'l-Hasan hazretlerinin hânekâhİnda bu düŞünceler içinde iken, birden bire Ebü'l-Hasan ona; "Âile efrâdİnİ çok özledin de?il mi?" deyince; "Evet." cevâbİnİ aldİ. Onu bir odaya götürdü. Gözlerini kapamasİnİ emretti. Kapadİ. Biraz sonra; "BaŞİnİ kaldİr!Gözlerini aç!" buyurdu. Gözlerini açtİ?İnda, kendini memleketindeki evinin önünde buldu. Halbuki, Kİnâ Şehri ile memleketi arasİ 15 günlük yol idi. Eve girdi. Çoluk çocu?u ile görüŞtü. Bir gün kaldİ. Evindekiler ile berâber iki defâ yemek yedi. Annesine de, evin ihtiyaçlarİ için 20 dirhem para verdi. AkŞam ezânİ okununca evden çİktİ. Allahü teâlânİn izni ile, bir anda kendini Kİnâ Şehrindeki hocasİnİn hânekâhİnda buldu. AkŞam namazİndan sonra Ebü'l-Hasan ona iltifât ederek; "Arzu ve iŞtiyâkİn, özlemin geçti mi?" diye sorunca; "Evet efendim." dedi. Bir ay sonra Ebü'l-Hasan ona tekrar izin verdi. Bu sefer normal yürüyerek memleketine geldi. Evindekiler onu görünce çok sevindiler. Önceki geliŞinde, kendilerinden habersiz ayrİldİ?İ için onu çok merak etmiŞler ve bir yerlerde ölmüŞ olabilece?ini düŞünmüŞlerdi. O, kendilerinden özür dileyerek lâfİ kesti ve hocasİnİn bu kerâmetini kendileri hayatta iken hiç kimseye anlatmadİ.
İlmüddîn İsmâil bin İbrâhim el-Menfelûtî Şöyle anlattİ: "Bir gün hocam Ebü'l-Hasan Ali bin Humeyd ile berâber deniz kenârİnda bulunuyorduk. Hocam abdest alİyordu. Birden bir feryâd iŞittik. Bir kargaŞalİk meydana geldi. Sebebini sorduk. Timsahİn, kİyİda duran bir adamİ yakalayİp, denizin içine do?ru götürdü?ünü söylediler. Baktİk, timsah yakaladİ?İ kimse ile berâber, kİyİdan uzaklaŞİyordu. Hocam, timsaha; "Dur!" buyurdu. Timsah oldu?u yerde kaldİ. Sonra hocam; "Bismillâhirrahmânirrahîm." diyerek, deniz üzerinde yürüdü. Timsahİn yanİna vardİ. "O adamİ bİrak!" dedi. Timsah adamİ bİraktİ. Sonra timsahİn üzerine elini koydu ve "Öl!" dedi. Timsah o anda öldü. Sonra o adama; "Haydi, kİyİya git." buyurdu. Adam; "Bu kabarİk dalgalar arasİnda kİyİya nasİl giderim?" dedi. Hocam ise; "Sen kİyİya do?ru git! Hiçbir Şey olmaz. Deniz de sana bir Şey yapamaz. Çünkü bu yol senin için kurtuluŞ yoludur." dedi ve kendisi de berâber, karada yürüyor gibi, deniz üzerinde yürüyerek sâhile geldiler. Orada bulunan herkes hocamİn bu kerâmetini gördü."
Büyük hadîs âlimlerinden Abdülazîm-i Münzirî hazretleri diyor ki: "Ebü'l-Hasan Kûsî ile 1209 (H.606) yİlİnda Kİnâ Şehrinde karŞİlaŞtİm. Onun bereketli sohbetlerinde bulunanlarİn hallerinin de?iŞti?ini, bunun açİkça belli oldu?unu gördüm. Talebe yetiŞtirmekte pek mâhir idi. Kendisinden birçok kimse istifâde etti. Allahü teâlâ, onun vâsİtasİ ile pekçok kimseye hidâyet, kurtuluŞ nasîb etti."
Bir defâsİnda Ebü'l-Hasan Kûsî yedi kiŞilik yemek hazİrlattİrdİ. Bu yemekten yüze yakİn kimse yedi ve yemek hepsine yetti. Hattâ bir mikdâr da arttİ.
Ebü'l-Hasan Kûsî sohbetinde bulunmak ve kendine talebe olmak için biri geldi?inde, baŞİnİ önüne e?erek bir müddet düŞünür, Allahü teâlânİn izniyle, kalp gözüyle o gelen kimsenin Levh-ül-Mahfûz'daki hâlini görür, ona göre, talebeli?e kabûl eder veya geri gönderirdi.
Yine bir gün bir kimse gelerek sohbetinde ve hizmetinde bulunmak istedi?ini söyledi. Ebü'l-Hasan Kûsî o kimseye; "Bizim yanİmİzda sana verebilece?imiz bir vazîfe yok. Ancak, istersen her gün bir ba? halfâ (kandİrma) otu getirirsen, hizmette bulunmuŞ olursun." buyurdu. O kimse; "Peki." deyip ayrİldİ. Her gün ora?İnİ alİp gider bir ba? halfâ otu getirirdi. Bir zaman sonra usanİp, bu iŞi terketti. Rüyâsİnda kİyâmetin koptu?unu ve kendisinin ateŞe düŞmek üzere oldu?unu ve Ebü'l-Hasan hazretlerinin hânekâhİna getirdi?i bir ba? halfânİn, ateŞ ile kendisi arasİnda set, siper oldu?unu gördü. O halfa ba?İ kendisini ateŞten uzaklaŞtİrdİ. Ebü'l-Hasan Kûsî'ye gelip gördüklerini anlattİ. Ebü'l-Hasan; "Biz sana ne dedik? Bizim yanİmİzda seni İslâh edecek hizmetin, halfâ taŞİmak oldu?unu söylemedik mi?" buyurdu. Bunun üzerine o kimse istigfâr etti ve eski hizmetine devâm etti.
Ebü'l-Hasan Kûsî 1215(H.612) senesinde baŞka bir rivâyette ise 1216 (H.613) senesinde Mİsİr'da Nil Nehri sâhilinde bulunan ve Kûs'a yakİn olan Kİnâ Şehrinde vefât etti. Ders verdi?i medresenin bahçesine, hocasİ Abdürrahîm el-Kİnâvî'nin yanİna defnedildi. Kabrini ziyâret edip, onun hürmeti için, onu vesîle ederek yapİlan duânİn kabûl olundu?u çok görülmüŞtür.
Rivâyet edilir ki: "Biri, Ebü'l-Hasan hazretlerinin türbesine yakİn bir yerde, çirkin bir günah iŞlemek üzereydi. Tam bu sİrada, Ebü'l-Hasan hazretlerinin kabrinden; "Ey Filân! Bu iŞi yaparken Allahü teâlâdan hayâ etmiyor musun?" diyen bir ses duyuldu. Böylece o kimse, büyük günah iŞlemekten vazgeçti.
Ebü'l-Hasan Kûsî'nin talebelerine ders verdi?i bir hânekâhİ vardİ. Her gün ve gecesinde bir defâ hânekâha giderek, talebelerinin hâllerini kontrol ederdi. Bir Ramazân-İ Şerîfin son gecesi yine hânekâha geldi?inde, talebelerden birisinin a?ladİ?İnİ görüp, sebebini sordu. Talebe; "Efendim! Bu gece rüyâmda, bu gecenin Kadir gecesi oldu?unu müŞâhede ettim. Herkesi secde ediyor gördüm. Ben de secde etmek istedim. Fakat bütün gayretlerime ra?men secde edemedim. Sanki karnİmda demirden bir direk vardİ ve e?ilemiyordum. Bu demir direk, secde etmeme mâni oluyordu."
Talebenin bu anlattİklarİnİ dinleyen Ebü'l-Hasan, tebessüm edip buyurdu ki: "Evlâdİm! Bunun için hüzünlenme, korkma!O demir bir direk gibi secde etmene mâni olan Şey, senin içine bizim tarafİmİzdan konulmuŞ bir Şeydir. Senin gördü?ün o hâl, Şeytânî bir hâldir. E?er secde etseydin, Şeytan senin içine girmek için yol bulmuŞ olacaktİ." Bu sözleri dinleyen talebe; "Bu hâlin böyle oldu?unu ben nereden bileyim. Hâl gerçekten bu anlatİlan gibi midir?" diye düŞündü. Hâtİrİna gelen bu ve bunun gibi Şüpheye yer veren düŞünceler içindeyken, Ebü'l-Hasan o talebeye: "Ben sana böyle söylüyorum. Yoksa delîl mi istiyorsun?" buyurdu. Bundan sonra da sa? elini uzattİ. Talebe, hocasİnİn sa? elinin meŞrİka kadar uzandİ?İnİ gördü. Sonra sol elini uzattİ. O da magribe kadar uzandİ. Sonra sa? elini sol eline do?ru yaklaŞtİrdİ. O kadar ki, iki elinin birleŞmesi için arada çok az bir mesâfe kalmİŞtİ. Nihâyet iki eli arasİnda gördü?üm nûr, insan Şeklinde duruyordu. Benim nûr Şeklinde gördü?üm o Şey, Şimdi siyah ve çok çirkin bir Şekildeydi ve Ebü'l-Hasan'a kendisini bİrakmasİ için yalvarİyordu. Ebü'l-Hasan ellerini biraz daha yaklaŞtİrdİ. O elindeki acâib Şeyin ba?İrmasİ, feryâdİ daha da fazlalaŞtİ. Nihâyet, o i?renç ve çirkin Şekil bir duman hâline geldi. Havada yok olup gitti. Bu hâli müŞâhede edip gören talebenin gönlüne gelen îtirâz ve Şüphe Şeklindeki düŞünceler artİk yok oldu.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.163
2) Hüsn-ül-Muhâdara; c.1, s.516
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.5, s.52
4) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.161
5) Tabakât-ül-Evliyâ; s.452
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.235